KİŞİLİĞİN GELİŞİMİ, OLUŞUMU VE KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

Kişilik konusunda, sağlıklı bir bilgi sahibi olabilmek için şüphesiz dünden bugüne kişilik tanımları, bu konuda yapılan araştırmalar, bilimsel çalışmalar ve deneyimler, kişilik kuramcıların görüş, düşünce ve önerileri, bize yol gösterip; ışık tutacaktır. Bu güne kadar kişilik konusunda yapılan çalışmalara kendi araştırmalarımı, çalışmalarımı ve deneyimlerimi de ekleyerek; okuyucularıma, meslektaşlarıma yararlı olacağını umarak;  mümkün olduğunca sade ve anlaşılır bir üslupla kişilik nedir, nasıl oluşur ve nasıl gelişir. Bireylerin doğumdan başlayarak, yetişkinliğe kadar ki süreçte, sağlıklı ya da sağlıksız kişilik oluşumuna katkıda bulunan başta çekirdek aile ve bireyleri, sonra yakın çevresi ve toplumsal çevresini oluşturan bireyler, bunların kişilik oluşumuna, olumlu ya da olumsuz katkıları ve yetiştiriliş biçimlerine göre sağlıklı ve normal yada sağlıksız, hastalıklı ve anormal kişilik özelliklerinin nasıl bir kuşaktan, diğer kuşağa aktarıldığı, kişilik bozukluklarının sınıflandırılması, “ DSM-III-R”  özellikleri ve ayırıcı tanımlamaları, düzeltme yöntemleri benim hazırladığım ve yıllar süren araştırma ve çalışmalarımın ürünü olan Türkmen Kişilik Envanterinin sonuçlarını ile yayınlamayı düşündüm. Umudum odur ki, öncelikli olarak doğumdan çocukluğa, çocukluktan ergenliğe, ergenlikten genç yetişkinliğe geçiş sürecinde, sağlıklı kişilik özelliklerine sahip bireylerin yetiştirilmesine, yetişmekte olan genç kuşaklara ve evrendeki kendini bu alanda yetiştirmek gayret ve çabası içinde bulunan, kendini yetiştirmek ve deneyim kazanmak isteyen araştırmacılara, bilim adamlarına, kısacası bu eser başta ülkemiz olmak üzere, dünyamıza ve evrende yaşamın olduğu çeşitli dünyalarda yaşayan, düşünen canlılara ışık tutar, rehberlik eder ve gerekli katkıları sağlar. Şimdi sırasıyla kişilik, kişilik oluşumuna zemin hazırlayan faktörler ve kişilik tanımlarının, dünden bugüne tarihsel gelişimine bir göz atalım.

       Shirley ve Gesell’in 1928 yılında yaptıkları araştırmalarda, kişinin temel gelişim, hız, yön ve niteliğinin her şeyden çok kalıtımla geçen özelliklere ve genetik etmenlerin işleyişine bağlı olduğunu; bütün kişilik belirtilerinin şu veya bu derecede genetik etmenlerin etkisinde kaldığını belirlemişlerdir. Özellikle bazı akıl hastalıklarında bu özelliklerin belirgin olduğunu öne sürmüşlerdir. “ Gesell ve Shirley-1928. Bazı akıl hastalığı belirtileri özellikle Şizofreni, Manyak- Depresiv Psikoz”

   1958 yılında Kallman’ın bulguları, bu görüşü desteklemiş şizofrenide aileden aileye kalıtımın etkisinin varlığını kanıtlar gibi görünmekle birlikte, çekinik karakterli genler yolu ile geçmediğini çok sayıda gen yolu ile geçtiğini belirlemiştir. Ancak kişi yaşamını şizofrenin oluşmayacağı elverişli koşullarda sürdürdüğünde bu kalıtsal eğilim ortaya çıkmayabilmektedir. Özellikle şeker hastalığı, kan basıncı yüksekliği gibi bedensel hastalıklara kalıtsal eğilim gösteren kişilerde, genel yaşam koşulları bu hastalıkların oluşmayacağı biçimde düzenlendiğinde, bu hastalıklar ortaya çıkmamaktadır. Kısaca bazı hastalıklarda, kalıtsal faktörler rol oynasa da çevresel faktörler düzenlendiğinde ortaya çıkma olasılığı azalmaktadır.

      Kişilik, insanı başkalarından ayıran bireysel özelliklerin tümünü yansıtır. Kişiliğin iç yapısı, insanı diğer bireylerden ayıran bireysel özelliklerini içerir. “Fiziği, ilgileri, becerileri, huyu, yetenekleri, davranışları, güçlü ve zayıf yönleri vb.” Kişiliğin dış yapısı, bireyin kendini tanımasını sağlayan özelliklerini içerir. “  Fikirlerin, tutumların meydana getirdiği, sistemli duygusal, güdüsel ve dürtüsel, eylemsel ve bilinçli, bilinçsiz tüm eğilimlerini kapsar.”

     Kalıtımın kişiliğin bazı özelliklerinin oluşumunda, en etkili olduğu alan bedensel özelliklerinin oluşumu ile ilgilidir. “ Etkinlik düzeyi, duyarlılık ve uyum özeliklerinin belirlenmesinde etkilidir.” İnsan kalıtımın dışında milyonlarca yıllık toplumsal evrimin sonucu yaşadığı doğa ile birlikte; kuşaktan kuşağa aktarılan, toplumsal ve kültürel çevrenin özelliklerine uygun ortak kişilik özeliklerini oluşturur. İçinde bulunduğu kültürel çevrenin belirgin ve kendine özgü özellikleri, kuralları, inançları ve kendilerinden beklenen toplumsal rol ve görevleri vardır. Bu nedenle toplumsal roller gruptan gruba değişiklik gösterir. Süreç içinde toplum içindeki durumu ve koşulları değiştikçe rollerde de değişiklikler oluşur. Toplumca belirlenen, kabul edilen, onaylanan, kendilerince olumlu özellikler olarak düşünülen davranışlar ve roller,  “ Bir grubun bu özellikleri, farklı gruplarca olumsuz, kabul edilmez, onay görmez olabilir. “ grubundaki diğer bireylere, benimsetilmeye ve öğretilmeye çalışılır.  Bu yönü ile her birey grup ya da toplum içindeki diğer bireylerle etkileşim içindedir. Bu etkileşim önce aile bireyleri arasında başlar, sonra toplumun iletişim, etkileşim durumunda olduğu diğer bireyleri ile devam eder. Bu nedenle her bireyin içinde bulunduğu koşullar, aile ilişkileri, yetiştiriş biçimlerindeki farklılıklar kadar bireyin istek, öğrenme ve yapma ya da uygulama denilen benlik işlevleri farklılıklar taşır. Özdeş ikizler bile bedensel yönden aynı özellikleri taşırken, kişilik olarak farklı özellikleri kazanır ve taşırlar.  “ Coleman ”

    Her bireyin kişilik özelliklerinin belirlenmesinde aile çevresi ve toplumsal çevresi önemli rol oynamaktadır. Ancak, bireyin kendisi ve çevresindeki olaylar hakkında görüş ve düşünceleri,  bunların nasıl oluştuğu; kendi dünyasındaki olanaklar, değişim ve gelişmelerin ne ölçüde ve nasıl gerçekleşeceği; bireyce nelerin doğru nelerin yanlış, nelerin iyi nelerin kötü olduğu, nelerin onay göreceği, nelerin onaylanmayacağı vb. konularda inançları, düşünceleri ve bireyin yönelişleri, farklılıklar taşır. Bu farklılıklar bir taraftan davranışlara yön verirken, diğer taraftan içsel denetimi gerçekleştirir. İçsel denetimin yeterince gerçekleşmediği durumlarda, toplum kendi düzenini korumak için kısıtlayıcı ve engelleyici önlemler alır. Bireyin nasıl bir insan olması gerektiği, ona algılama, düşünme ve davranışlarında bir değişmezlik sağlar ve yalnız o bireye özgü bir yaşam biçimi oluşturmasının gerçekleştirir. Bu nedenle, kimlik geliştirme süreci ve kişiliğin taşıyacağı özellikler kişiden, kişiye değişiklikler gösterir.

       Bireylerin, kişilik özellikleri kendine özgü, belirgin,  süreç içinde güç değişen, tutarlı ve yapılaşmış özelliklerinden oluşur. Sosyal çevresi etkileşiminde gösterdiği tutum ve davranışlar her bireyin kişilik yapısı ile ilişkilidir.

              Kişilik kavramı, bireyin kendine özgü olan ve başkalarından ayırt ettiren, uygun yaşam biçimini oluşturan bilinçli ya da bilinç dışı biliş” cognition” duygularının ve davranış örüntülerinin tümüdür. Bu özellikler bireyin bilme, düşünme, algılama biçimi, “cognitive style “ belli durumlarda belli duygusal tepki gösterme yetileri, engellenme ve çatışmalar karşısında baş etme “coping”  ve savunma düzenekleridir. Psikanalizde kişilik ve karakter eş anlamda kullanılmaktadır.” Orhan Öztürk- 1988”

       Tüm bu tanımlara dayanarak, kişiliğin tanımını yapacak olursak. Kişilik, Bireyin sosyal çevresi ve diğer bireylerle ilişki, iletişim ve etkileşiminde ortaya koyduğu; varlığını korumak, ayakta kalabilmek için verdiği mücadele ve uyum sağlama süreçleridir. “ İlgi, istek, duyuş, tutum, algılama, düşünüş, tepkileri, davranışları vb.” Kısaca, bireyi, birey yapan ve diğer bireylerden ayıran özelliklerin bütününden oluşur. Kişilik oluşumunda, bazı akıl hastalıklarında kalıtsal faktörler etkili olmaktadır. Kişilik doğuştan başlayarak, bireyin gelişimi boyunca sürmektedir. Bu nedenle her birey farklı kişilik özelliklerine sahiptir. Kişiliği daha iyi anlamak ve irdeleyebilmek, kişilik bozukluklarının oluşum nedenlerini anlayabilmek için geçmişten günümüze, kişilik kuramlarını bilmemizde yarar vardır. Oldukça geniş olan bu kuramları, temel ve ayırıcı özelliklerini; özetin, özetini oluşturmaya çalışarak, oldukça kısa bilgiler vermeye çaba gösterdim.  “Özellikle, bireyin gelişiminde, çocukluk dönemi ve bu dönemdeki birinci kritik dönem ile ikinci kritik dönemi oluşturan ergenlik dönemindeki; bireysel gelişimi ve özelliklerini bilmemiz gerekir. ”

                                                        KİŞİLİK GELİŞİMİ

      Kişinin, bir canlı varlık haline geldiği süreç de üç önemli aşama geçirir. Var olma kıvılcımı olan ya da sayılan döllenme, fiziksel olarak bireyleri diğerlerinden ayıran doğma ve Benliğin Gelişimi sürecidir. Çocuğu incelemenin ve anlamanın ise iki boyutu bulunmaktadır. Çocuğun büyüme ve davranışlarının nesnel boyutları, diğeri yaşantısının öznel boyutlarıdır. Çocuk tarafından bilinen, yaşantısının öznel boyutlarını içeren bütün süreçlerin toplamına benlik denir. Çocuğun, ben ve benim dediği şeyleri içine alır; benliği kuran fikirler, tutumlar, davranışlar güdülenmede rol oynarlar ve diğer zihinsel durumlar; çocuğun yaşantısının ürünü, aynı zamanda yaşantısının bir parçasıdır.

      Çocuk kendini değerlendirirken, özellikle anne- babanın etkisinde kalmaktadır. Anne- babanın çocuk üzerindeki etkisi yalnız duydukları ve düşündükleri, yaptıklarına bağlı değil, değerlendirmelere de bağlı olmaktadır. Çocuğun sağlıksız gelişimi ve kusurlu anne baba tutumları, uyumsuzlukların başlıca kaynağını oluşturur. Çocuklarına sevgi ile yaklaşıp, büyütmeyen ya da çok az sevgi gösteren, çocuklarına çok karışan, kötü davranan, suçlayan, cezalar veren, her şeyine karışan çocukların tepkisel davranışlar geliştirdiği ve sağlıksız, kişilik ve psikolojik sorunları olan, uyumsuz bireyler olarak topluma kazandırıldıkları saptanmıştır. Karşıt tutum ve davranışlarla, büyüyen çocuk sağlıklı, kişilikli, sorunsuz ve uyumlu bireyler olarak toplumda yer almaktadırlar. Çocuğun benlik kavramı, büyüklerin tavır, tutum ve davranışların yansımasıdır. Anne- babanın “Ebeveyn”  itici tavır, tutum ve davranışları, çocukta değersizlik duygularının gelişmesini sağlar. Bu ortamda büyüyen çocuğun olumlu görüşler geliştirmesini düşünmek olanaksızdır. İstenilen ya da beklenilen davranışları gerçekleştiren çocuğun mutlaka desteklenmesi ve ödüllendirilmesi gerekmektedir. Ebeveynlerce desteklenmeyen ve onay görmeyen ya da aşırı korunan çocuk, neyin doğru neyin yanlış olduğu ayrımını yapmakta zorlanabilir. Sonunda tamamen umudunu yitiren çocuk ebeveynlerin onayını alma çabasından vazgeçer ki çocuğu bu aşamadan sonra denetlemek olanaksızlaşır ve güçleşir. Bebeğe karşı soğuk ve itici davranan annelerin bebeklerinin huzursuzluklar yaşadığı, beslenme güçlükleri çektikleri, altlarını ıslattıkları saldırgan eğilimlerde bulundukları saptanmıştır. “ Sears ve Levin 1957”  Bu saldırgan, isyan edici, düşmanca tutum ve davranışların altında yalnızlık duyguları yatmaktadır. Bu tutumlarını ve davranışlarını yalnız çevreye ve topluma karşı yapmakla kalmaz, ebeveynlere karşı da gösterirler. Alt gelir grubu denilen fakir aile çocuklarının ailesinden utanmasının asıl nedeni, çocukluğunda gerekli ilgi ve sevgiden yoksun bırakılmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ekonomik sıkıntılar, bazı istisnalar dışında çocuk iticiliğinin en büyük nedenini oluşturmaktadır.  Şayet, anne ve baba iyi yetişmiş ve kendini iyi yetiştirmişse;  tüm olumsuz koşullara rağmen, çocuklarına gerekli ilgi ve sevgiyi gösterip, dengeli davranışlarda bulunacakları ve ellerinden geldiğince, çocuğun ihtiyaçlarını karşılamaya çaba göstereceklerdir.  Bu şekilde ebeveynlerce yetiştirilen çocuk, olumsuz koşullarda içinde bulunduğu olumsuz koşuların farkında olarak, beklentilerini sınırlayacak, daha azı ile yetinerek, bu durumu ve koşulları kabullenecektir. Bunun sonucu olarak her koşulda, ebeveynlerine ve topluma karşı, saldırgan ya da düşmanca davranışlar geliştirmeyecektir. Çocuğa karşı gösterilen, itici ve ilgisizlik kadar aşırı koruyucu ebeveyn tutum ve davranışları, çocuğun sağlıklı kişilik gelişimini engellediğinden diğer bir iticilik biçimidir.  Bu tür ebeveynler, çocuklarını, aşırı hoşgörü ve şımartmaları sonucu, onların büyümesine ve olgunlaşmasına izin vermeyerek, kendilerine bağımlı hale getirerek; kişiliği gelişmemiş bireylere dönüştürürler. Çocuğumuz için en iyisini yapalım derken, bilmeden ve istemeden, aslında çocuklarına yapacakları kötülüklerin en büyüğünü yaparlar. Sonuçta, çocuk ebeveynleri yönetmeye başlar, hak tanımaz olmakla kalmaz, sonu gelmez isteklerle çevresindekileri bıktırır. Aşırı hoşgörü ve disiplinsiz yetiştirilen bu tür çocuklar, topluma karşı sömürücü ve otoriteye karşı başkaldırıcı davranışlarda bulunurlar. Açık itici ve ilgisizlikten kaynaklanan, katı disiplin, ceza ve kısıtlayıcı davranışlarla yetiştirme biçiminde; ailesine karşı saldırgan, isyancı, kavgacı, düşmanca davranışlar geliştirmekle kalınmayarak; bu tür olumsuz davranışları diğer insanlara ve topluma karşı yönlendiren kişilik özellikleri, istenilmeden kazandırılmış olur.

    Ayrıca,  Çocuğun anne ve baba dışında değerlendirmesini etkileyen bir diğer faktör, yakın çevresini oluşturan arkadaş ya da akranlarıdır. Çocuğun, ne olması gerektiği ya da ne olmak istediği arasında bir miktar ayrılık olması kaçınılmaz ve sağlıklı bir olgu olarak düşünülebilir. Çocuk kendi keşiflerinin dışında diğer çocukların, yetişkinlerin devamlı uyarıları sonucu kendi sınırlılığını öğrenmektedir. Bu öğrenme, ikazlar ve örnekler yoluyla gerçekleşir. Çocuğun kendini değerlendirmesi etkileyen, yalnız bu açık ya da kapalı uyarı ve örnekler değildir. Çocuğun ne olduğu ya da ne olması gerektiği, beklentileri ya da beklentilerinin neler olması gerektiği, kendini ne olarak görmek istediği ya da nasıl görülmesi gerektiği, ondan ne umuyorlar ve hangi davranışlarını yargılıyor ya da yargılamıyorlar vb. arasındaki önemli ya da önemsiz farklılıklar kendini değerlendirmede önemli rol oynamaktadır. Ancak bütün bu çabalara rağmen, anne- babalar çocuklarının, kendilerini örnek almasını istemeseler de çocuğun ebeveynlerini taklit etmesi sonucunu değiştirmeleri mümkün olmamaktadır.

      Benliğin en şaşırtıcı fakat önemli yönlerinden biri büyüyen çocuğun kendini gelecekte ne olarak görmek istediğidir. ”Olgusal Benlik” İdealleştirilmiş benlik, uğruna çaba harcanan bir amaç olmaktan çok kendi gözündeki gerçek benliğidir. Çeşitli araştırmalara göre kendini olumlu gözle gören kişilerin, başkaları için de olumlu fikirler beslediklerini ortaya koymuştur. Benlik sevgisinin, başkalarını sevmekle bütünleşmesi ve başkalarını sevme yeteneğinin kişinin kendini sevme yeteneğini gerektirmesi şeklinde özetlenebilir. Gerçekçi bir öz algılama, çocuğun yalnız toplumsal kabulü ile değil kişisel uyum ile bağıntılıdır. Kendini değerlendirmede yüksek doğruluk derecesine erişin çocukların, sevilen, güvenilir, uslu ve uyumlu oldukları; kendilerini yanlış değerlendirenlerin, güvensiz, edilgin, bağımlı ve uyumsuz çocuklar oldukları söylenebilir.

         İnsanda kişilik gelişimi, bireyselleşme ve toplumsallaşma süreçlerinin birbirlerini etkilemesi sonucu oluşur. ”Evrimsel, olgunlaşma ve öğrenme süreçleri”. Çocuk, genelde aşama, aşama gelişerek; 12 ile 14 aylıkken yürümeye ve aşamalı biçimde artan sözcük dağarcığı ile aşama, aşama konuşmaya başlar. Ancak hangi dili konuşacağını, anne-baba ve toplum belirler. “Günümüzde daha erken gerçekleşmektedir.” Bu evrimsel olarak önceden saptanmıştır, öğrenmeden bağımsız, ancak olgunlaşmayla ilişkilidir. Bireyselleşme, toplumsal çevrenin sağladığı öğrenme, eğitim ve yaşam deneyimleri ile bireysel davranışların biçimlenmesini ve toplumsal davranış örüntülerinin oluşmasını sağlar.

    Bireyin kişiliğinin gelişmesini, motor, bilişsel, duygusal vb. yönlerini; nesne ilişkileri özelliklerini, yaşam sorunları engellenmeler, çatışmalar, zorlanmalar, baskılar vb. bunlarla baş etmek, üstesinden gelmek için geliştirdiği uyum ve savunma biçimlerini, davranışlarını bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Kişilik gelişimi konusunda en büyük katkıyı Freud ve onun izleyicileri yapmıştır. Freud, aynı zamanda modern psikolojinin babası sayılır. Kişilik ve kişiliğin oluşumunu daha iyi anlayıp, yorumlayabilmemiz için kişilik kuramlarını incelemekte yarar bulunmaktadır. ”Çocuk Psikolojisi- Prof.Dr. Arthur T. Jersıld-1968”

                                                           KİŞİLİK KURAMLARI

  1. SİGMUND FREUD VE PSİKANALİZ KURAMI:

  Çok eski çağlarda ilkel insan, doğa, doğa olayları karşısında o kadar çaresizdi ki, korku ve güvensizlik içinde, karşılaştığı sorunlarla baş edemeyerek, yetersizlik ve çaresizlik içinde; sorunlarına, doğaüstü güçlerle çözüm aramayı tercih etmiştir. “ Tüm yaşadıkları hastalık ve sorunları doğaüstü güçlere bağlanmışlardır. Animistik düşünce biçimi” Birey kendini güçsüz ve güvensiz kılan nedenleri kolayca tanımadığı ve bilmediği için sorununu çözmek, sorunlarından kurtulmak için büyü, kötü ruhlar ve doğaüstü güçlere “cin, peri, şeytan vb.” inanmıştır.” Şamanizm”

    Hipokrat ilk çağlarda, epilepsinin ve histerinin; kötü ruh ve doğaüstü güçlerle değil cinsellikle ilgili olduğunu ilk savunan olmuştur.

  1. yüzyılda, bilimlerde ki gelişmeler “fizyoloji, nöroloji, anatomi, kimya vb.” ruhsal hastalıkların, kötü ruh ve doğaüstü güçlere bağlayan, bağnaz düşünce ve inançların etkisini yitirmesine ve ruhsal yapı ve davranışların kökeninde organik etmenler bulunduğu, beyin işlevlerindeki bozukluklardan kaynaklanacağı görüşleri egemen olmuştur.  Psikanaliz kuramı  “ Beyin patolojisinin ve davranış bozukluklarının tek nedeni olduğunu “  daha önceki görüşe karşı çıkan; yeni bir devrimci düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Psikanalistler, günlük yaşamda olağan nitelikte, bazen kişiye aşılamaz görülen; engellemeler ve çatışmaların bulunduğunu, bu durumlara uyum yapma çabalarında; sağlıksız yollara başvurabileceğini; bu durumdan kurtulmak için hipnoz, telkin vb. yöntemleri kullanmış ve araştırmalar yapmışlardır. “A. Mesmer, Histerik kökenli birçok duyu bozukluklarını ve felçleri telkin ve hipnoz yöntemi ile iyileştirmeyi başarmıştır.”

     İşte Freud ve Charcot’ u “ Histeri belirtilerinin çoğunun nörolojik kökenli olması gerektiği, diğer yandan histerik bayılma nöbetlerinin psikolojik nedenlerden kaynaklandığı; hastanın zihninde oluşan bazı düşüncelerle ilintili olacağı ”  görüşlerinin uyuşması, onları bir araya getirmişti. Ayrıca, Freud’un histeri patolojisine ilgisi, Breuer ’in dikkatini çekmiş ve onunla ortak çalışmasına zemin hazırlamıştır. Daha sonra Freud çalışmalarını tek başına sürdürmüş ve küçük bir meslektaş grubu ile 1902 yılında, Viyana Psikoanaliz Derneği kurulmuştur.

  1. Zihinsel “Topografik”  Kişilik Kuramı:

      Rüyaların Yorumu adlı ilk eserinde:  Freud, kendi kişiliğini çözümlemeye odaklanmış ve kendi iç dünyasına inebilmek için rüyalarını kullanmıştır. Serbest çağrışım uygulamalarında, rüyaların belirli bir anlam taşıdığını, bu anlamın genellikle maskelenmiş biçimde görüntülendiğinin farkına vardı. Hastalar, uyanıkken yaşadıkları olayları anlatırken; çağrıştırmadığı birçok bastırılmış duygu ve anıyı dile getirebiliyorlardı. Freud rüyaları,” Bilinçdışında gizlenen isteklerin, bilinç düzeyinde anlatımı olarak tanımladı.”

    Freud, önce bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı terimlerini kullanırken dış dünyamızı,  beyindeki bölgelere karşılık gelen, bölmesel ya da topografik terimini kullanarak açıklamıştır. Daha sonra bu süreçleri, zihin süreçlerinin nitelikleri anlamında kullanmıştır.

     Freud, ruhsal yapıyı bir buzdağına, buzdağının suyun üstünde görünen küçük bölümünün bilinç bölgesini oluşturduğunu, bilinç, dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları, düşünce süreçlerini ve heyecanları fark eden zihin bölgesidir. Gerçeklere uyumu önde tutan ve mantıksal düşüncenin egemen olduğu, gerçeği değerlendirme yetisi ile dış gerçekte olanla, zihinde olanı birbirinden ayıran bölümüdür. Bilinç öncesi  “ Ön Bilinç”, dikkatin zorlanması sonucu bilinç düzeyinde algılanan, zihinsel olayları süreçleri içeren, gerçek sorunları çözmek için gelişmiş düşünce biçimlerinin dışında, düş kurma, hayal etme gibi ilkel süreçlerden meydana gelir.  Bilinçten silinmiş sanılan, kişinin bilincinde bir anda ayırt edemediği birçok düşünce ve anıları vardır. Bunlar bilinçli bir çaba ile tekrar çağrılabilir.

      Suyun altında kalan ve bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayların oluştuğu büyük bölümü, bilinçdışı bölgesini oluşturur. Bilinçdışı, gerçeğe ve mantığa uymayan insanın içinden geldiğince doyurmak istediği, bilinç düzeyinde geçerli olan törel inançlara karşı çıkan bilinçdışı dürtü, istek, bastırılmış düşünce, davranış ve gereksinimlerden oluşur. Bu geniş bilinçdışı bölgesinde, bilinç düzeyindeki düşünce ve davranışları yönlendiren büyük bir güç bulunmaktadır. Bozuk, normal dışı davranışlar, gerçekte kişinin içsel çatışmalarından kurtulmak için gösterdiği yetersiz çabaların belirtileridir. ” Ağrı, açlık, susuzluk ve idrar kesesinin dolması vb. “ uyaranlar yalnız rüya içeriğinin biçimlenmesinde etken olabilirler. Zihin bilinçdışı bölümüyle, bilinç ötesi sınırın korunması için savunucu olarak sansür uygular. Böylece bilinçdışındaki isteklerin, bilinç düzeyine çıkmasını engeller. Rüya görülmeden önceki günlerde, yaşanan duygu ve düşüncelerin kalıntıları bilinçdışında etkinliklerini sürdürmeye devam ederler, uyku anında rüya içeriğinin bir parçası durumuna gelirler. Bazı düşler, özellikle çocukluk çağına ait bastırılmış istekler, düşmanlık, suçluluk duygusu ile ilişkili olmasına karşı tüm rüyalar için bunu söyleyemeyiz.

     Beden bölgeleri ve işlevleri, aile üyeleri, doğum, ölüm vb. çeşitli nesne ve kavramlar, rüyada doğrudan değil bir şeyin yerine geçen; gerileme ya da simgelerle anlatım bulur. Simgeleştirme çocukluğun ilk dönemlerinde kullanılan anlatım biçimleri, benin ilkel halidir. “ Para dışkıyı, pencere kadın cinsel organı vb ” Simgeler, yasaklanmış ve baskı altına alınmış yani kabul edilemeyen duyguları maskelerken, diğer yandan kısmen boşaltılmasına ve doyum sağlamasına olanak sağlamaktadır. Ruhsal enerji, yön değiştirerek, gerçek olayları simgeleştirir. Simgeler zararsız oldukları için sansür mekanizmasından etkilenmezler.” Ancak,  uyku anında bu sansür gevşer ve bilinçdışındaki bazı duygu ve düşüncelerin önce biçim, yön değiştirdikten sonra sınırı aşmasına olanak tanır. Bu nedenle rüya gören kişinin algıladığı imgeler, sınırı aşmış bilinçdışı duygu ve düşüncelerin maskelenmiş durumudur. “ Bu gizli içerik yani simgeler bir enerjinin bir nesneden diğerine aktarılmasını sağlarken, bilinç dışındaki dürtünün amacı değişmez.  “ Annesinin yerini yabancı bir kadın simgesi alabilir.” Bilinçdışındaki türlü istekler ve dürtüler birleştirilerek, rüya içeriğinde görülür tek bir imgeye bağlanır. Daraltma, Çocuk, rüyasında korkunç bir yaratık görüyorsa, bu yalnız babayı simgelemez, annesinin ya da büyüklerin bazı yönlerini hatta kendisinin düşmanca dürtülerinin yansıtmaları olabilir. Yansıtma, kendi bilinçdışından kaynaklanan, ancak kabul edilir nitelikte olamayan istek ve dürtülerin, diğer kişiden kendine yöneltiliyormuş gibi görmesidir. Aslında bu kendi dürtülerini yönetmek isteyen başka biri değildir. Hiç kuşkusuz, bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı arasında süreklilik ve bağlantı ve aralarında zamana ve koşullara uygun değişen bir etkileşim vardır.

 2.Yapısal, İçgüdüsel Kişilik Kuramı:

    Freud’ un geliştirdiği kurama göre, enerji ile kişilik “Ben, beden” arasında içgüdülerimiz bulunur. Organizmanın içinden kaynaklanan içgüdülerin fizyolojik ihtiyaçlarımızı ve gereksinimlerimiz karşılayan uyaranların psikolojik etkileri sonucu; zihin kendisine bağlı olan bazı organları harekete geçirir. İstek, davranışı güdülendiren ve davranışın yönünü belirleyen etkendir. Enerjinin korunması yasasına göre ruhsal enerji fizyolojik ya da fizyolojik enerji ruhsal enerjiye dönüşebilir. Kişilik üç ana sistemden oluşur. “ İd, ego, süperego ” Davranış, bu üç sistemin karşılıklı etkileşiminin ürünüdür. Sistemlerden biri diğerinden ayrı ve tek başına çalışamaz.

a)İd “ Alt Benlik: Kişiliğin, kalıtımsal olarak gelen ve doğuştan var olan yapımızda yerleşmiş, dürtüleri, “ cinsel, saldırganlık vb.” doğuştan var olan psikolojik gizil güçlerin tümünü, diğer değişle ilkel karanlık, erişilmez, nesnel gerçeklikten bağımsız; kişiliğin, biyolojik ve temel sistemini temsil eden, öznel bir yaşantı dünyasıdır.

      Heyecan dolu kaynayan bir kazana benzer. Refleks dediğimiz eylemler “hapşırma, göz kırpma, esneme vb.”  istem dışı hareketler, içgüdüleri de içeren, enerjisini bedensel güçlerden alan, ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli gücü sağlar. Nesnel gerçeklerden bağımsız, tamamen öznel yaşantılara dayalı, bilinçdışı süreçler ve kuralsızlıklar egemendir. Dış dünyanın gerçekliği ile hiçbir bağlantısı yoktur. Kaynağını bedensel uyarılamaya gereksinmeden alır. “ İçgüdü: Biyolojik uyarılmanın, psikolojik anlatımıdır. Yaşam içgüdüsü, ölüm içgüdüsü vb.”  Düşüncenin mantık yasaları ve zaman düşüncesi id için geçerli değildir. Hiçbir kısıtlamaya tahammülü olmayan, istek, haz ve arzu giderme ilkesine tabi içgüdüsel ihtiyaçların doyumu için çalışır. İstek davranışı güdülendirmekle kalmaz, davranışları da yönlendirir. Bu yönü ile dürtülerin amacı boşalım ve gerginliğin ortadan kalkması, doyum ve bununla birlikte haz ilkesidir. Bu amacın gerçekleşmesi için organizma engelle karşılaştığında, fazla enerji birikimlerine katlanamaz ve bu durum organizmada gerilim yaratır. Bu istenmeyen hoş olmayan ve doğal olarak acı ve sıkıntı veren durumdan kendini kurtarmak ve gerginliği ortadan kaldırmak için bu enerjiyi bir an önce boşaltarak, gerginlikten kurtulmak isteyecektir. Engellenme oluşturan etkenler, içsel ya da ruhsal “ Yasaklar, suçluluk duyguları, korkuları vb. ”  ya da bedensel etkenler  “güçsüzlük, hastalık, çaresizlik vb.” ve çevredeki engelleyici olay ya da çetin dağa olayları gibi dışsal etkenler “ Afet, deprem, savaş, toplumsal olay, yasaklar vb. “  olabilir. Bütün bu etkenlerin hepsi insan için engelleyici niteliktedir. Engellemenin yalnız bilinçli değil bilinçdışı birçok etkenleri olduğu unutulmamalıdır.

        İçgüdüler, biyolojik uyarılmanın, psikolojik anlatım biçimidir. İçgüdülerin, kaynak, amaç, nesne ve itici güç olmak üzere dört özelliği vardır. Kaynak bedensel uyarılmaya gereksinim, psikolojik temsilcisi ise istektir. İstek davranışı güdülendirir ve kişinin duyarlılığını arttırır. Amaç, bedensel uyarılmanın ortadan kaldırılması, bunun için uygun nesne bulmak ve itici güç ise gereksinim arttıkça güçlenerek hareket geçiren özelliğidir. Gereksinim karşılandıktan sonra kişi daha önceki normal duruma döner. “Geriletici özellik ”  Diğer değişle, içgüdüler belirli bir uyarana karşı kişinin duyarlılığını arttırır ve davranış üzerinde seçici bir denetim kurar. İd, gerilimi bir an önce ortadan kaldırmak için biriken enerjiyi bir an önce atma, boşaltma eğilimi gösterir. Hoşlanma ya da haz alma ilkesi ile çalışan, acıdan kaçınmak ve haz duyma amacını güder. Bu amaçla önce, nesnenin ya da kişinin imgesini oluşturur. ”Aç insana herhangi bir besin maddesinin zihinde görüntüsünü sağlar. İstekleri hemen gerçekleşmezse, saldırganlaşabilir. Bir içgüdünün enerjisi asıl gereksinim duyulan nesne yerine geçmiş bir diğer nesneye yönelebilir. “İçgüdü Türevi”

       İnsan oğlu doğal yapısı gereği esnek, “ İlgilerinin, seçimlerinin, alışkanlıklarının ve tutumlarının çoğu içgüdüsel doyum nesnelerinden saptırılmış anlatım şekilleridir.”  ve kişiliği dinamik bir özelliğe sahiptir. Yıkıcı dürtülerin, çevredeki doğal süreci resimle ifade ederek; yani kağıt üzerinde öldürerek doyum sağlanabilir. Aç kişinin besin uyaranına duyarlılığı artar. Bu durum gerilim yaratır. Gerilimin tek başına giderilemediği durumlarda kişilik yapısının, ikinci psikolojik sistemi olan ego devreye girer.

  1. b) Ego “Benlik”:Kişiliğin kısmen bilinçli olan, idi denetleyen, bedensel ve psikolojik bölümünü temsil eder. Dışarıdan gelen uyaranları algılayan ve aşırı uyaranlara karşı ruhsal yapımızı koruyan, organizmanın gerçek nesnel dünya ile alışverişe geçme gereksinimini sağlayan alt benlik ile dış dünya arasında arabuluculuk yapan bölümüdür. Duygusal algı ile motor faaliyet arasında sinirsel bağlantı nedeniyle; benliğin temel işlevi iradi hareketleri denetlemek, uyum ve kendini korumaktır. ”Aç insanın, bu açlığını gidermesi için yiyeceği arayıp, bulup, yemesi gerekir.” Var olan yiyeceğin imgesi ile gerçeklik algısını ayırması için yiyeceğin görüntüsünü ya da kokusunu duyu organları ile araştıracaktır.  Gerçeklik ilkesinin amacı gereksinim giderilmesi için uygun bir nesne buluncaya kadar, gerilimin boşalmasını ertelemektir. Gerçeklik ilkesi, bir yaşantının gerçekten var olup olmadığını araştırır, hoşlanma ilkesi ise yaşantının haz verici veya acı verici olması ile ilgilenir. Ego, bir plan tasarlar, planın geçerli olup olmadığını araştırır, bazı eylemlerde bulunur. ” Gerçeklik sınaması ”

     Ego, gerçeklik ilkesinin egemenliğindedir.  Bu ilke, iç ve dış uyaranların, koşulların ve gereksinimlerin algılanması ve değerlendirilmesi ile gerçekleşir. Neyin düşünce, neyin olay; neyin hayal, “imge” neyin gerçek olduğunu belirlemek benin işlevidir. Gerçeği değerlendirme yetisinin zayıflaması, benliğin zayıflaması ile paralel gider. Kişiliğin yürütme ve denge organıdır. Bir yandan uyaranlar arasında denge kurmaya çalışırken, diğer yandan engellenme ve çatışmalara karşı savunma düzenekleri geliştirir. “ Aç bir insan önce yiyeceği nerede bulabileceğini araştırır, sonra oraya doğru yola çıkar.” Hangi içgüdülerin ne biçimde doyum bulması gerektiğine karar verir. Bu işlevi yerine getirirken, aynı zamanda idin ve süper egonun birbiri ile çatışma halinde olan istekleri arasında, bir uzlaşma sağlamakla yükümlüdür.   Bu istekler her zaman farklı ve çoğu zaman çelişkilidir.  Bu durumda sık, sık başarısızlık kaçınılmaz olacaktır. Benliğin gelişiminde engellenme ve çatışmaların, olgunlaşmada zorunlu yeri vardır. Engellemelere ve çatışmalara karşı benlik dayanma gücü kazanmakta, daha sonraları karşılaştığı çatışmalı durumları çözmek ve bunaltıya karşı savaşım vermekle olmaktadır. Bunların bazıları örseleyici travmatik olabilir. Bu nitelikteki, engellenme ve çatışmalar, benliğin gelişimini bozan, yavaşlatan, saptıran, durduran ve gerileten süreçlerdir.  Burada benlik kaldıramayacağı kadar yeğin ve şiddetli uyaranlar kümesi ile karşı karşıyadır.

        Benliğin, bu üç efendisini aynı anda memnun etmesi, daha doğrusu boyun eğmesi zor bir iştir.  İdin sadık hizmetçisi olmaya, onunla iyi geçinmeye, ona kendini nesne olarak sunmaya çalışır. İd ile gerçeklik arasında arabuluculuk çabalarında, sık, sık emir aldığı idin bilinçsiz emirlerini akla uygun hale getirmeye, örtbas etmeye, gizlemeye zorlanır. Fazla zorlandığında kaygı ile tepki gösterir. Üçünü bir arada bir organizma olarak düşündüğümüzde, pişmanlık duymayız. Bu kolay olmayan iş egoyu zorlar. Ego aynı zamanda idin bir parçasıdır. İd olmadan varlık gösteremez ve ondan bağımsız davranamaz. Uzun süren çocukluk dönemleri boyunca büyürken, anne ve babaya bağımlı olarak yaşamaktadır. Çocukluk dönemleri tamamlandığında ebeveyn etkisinin azaldığı özel birime bırakır. Bu süper egodur.

   Psikolojik sorunlar, insanların içgüdüsel yaşamın istekleri ile bunlara karşı içimizde uyanan direnmeler arasında çatışmalar, ego tarafından bastırılan şeyler nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

  1. c) Süper ego “İdeal Benlik”:Kişiliğin bazı kısımları bilinçsiz olarak hareket eden, ahlaki ve toplumsal bölümünü temsil eden sistemidir. Süper egonun görevi, idden gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve ketlemektir. “Bilinçdışında durdurma ve sınırlama”  Özellikle toplumun hoş karşılamadığı, cinsel ve saldırgan dürtülerdir. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine,  anne, baba ve toplumun belirlediği, değer yargılarına, “ Kural, yasa, emir, yasak vb.”  törel amaçlara yönelmeye ikna etmek, kişinin nasıl davranması gerektiğini belirleyen ve kusursuz olmaya çaba gösteren bölümüdür. Egonun dış dünya ve id açısından yaşadığı güçlükleri ve çektiği zorlukları dikkate alamadan belli standartlar koyan, bu standartlara uymadığı zaman aşağılayan, suçlayan ve cezalandıran acımasız süper ego, egonun attığı her adımı izler ve denetler. Ego zayıflığını kabule zorlandığı zaman ortaya “Nevrotik Kaygı” çıkar. Çocuk geliştikçe, , kültürel ve etik değerleri kazandıkça,  kendi egosunun her zaman uyum sağlamadığı ideal bir yapıya sahip olduğunu fark etmeye ve kavramaya başlar. Bu süper ego özde ebeveyn yasak, uyarı ve eleştirileri ve standartlarından kaynaklanmaktadır. Birey, çocukluk bağımlılığının uzun süresince, bu ebeveyn, sonra toplumun standartları içe atılmakta ve standartlara uyum sağlamaktadır. Ego, süper egoya erişemediğinde, vicdan rahatsızlığı duyar. “ İdeal Benlik”  Süper ego, id ve egoya karşı çıkarak, onları kendi istediği düzende yönetmek eğilimindedir. Ego, içgüdüsel isteklerin doyum bulmasını erteler, süper ego ise bu isteklerin tümünü engellemeye çalışır.. “Her üçü de, farklı ilkelerle çalışan psikolojik sistemlere verilen isimlerdir.” Olağan koşullarda, bu ilkeler birbirlerine karşıt çalışamaz, egonun önderliğinde bir ekip olarak hareket ederler.  Sonuç olarak bu üç sistem, kişiliğin ayrı parçaları değil, bir bütün olarak işler.

      Korku, utanç duyguları üst benlik gelişiminin öncüleridir. Üst benlik gelişimi önceleri, Oedipus karmaşasını çözmek için yapılan özdeşime bağlanmaktaydı; daha sonraki dönemlerde toplumsal ilişkilerde sağlanan özdeşimler üst benliğin gelişiminde rol aldığını, ancak bu durumdan sadece benliği etkiler, ebeveyn imajları ile süper egonun etkilenmediği  belirlenmiştir. Küçük çocuklarda ahlak diye bir kavram yoktur ve içlerinde haz arayan dürtülerine karşı duran güç yoktur.  Başlangıçta bu güç ebeveyn otorite ve baskısı ile kontrol altına alınır. “sevgiyi kaybetme, cezalandırma vb tehditler” sonraları, ahlaki ve gerçekçi kaygılar, dışsal kısıtlamalar, içselleştirilir, ebeveyn yerini süper ego alarak; cezalandırıp, yönlendirerek aynı görevi yapar.

      Ancak ebeveynden, ayrılan yönü süper egonun iden gelen içgüdüsel istekleri bastırmak, “Toplumun hoş karşılamadığı özellikle cinsel ve saldırgan istek ve arzular.” Egoyu gerçek amaçlar yerine törel amaçlara yöneltmek ve tek yanlı olarak kusursuz olmaya çalışır. Ebeveynin katılığını, yasaklamalarını, cezalandırma ve tehditlerini alırken, buna karşılık sevgi ve bakım konusunu üstlenmediği, üstlense bile bu katılığın değişmeyeceği gerçeğidir. Bu egonun kendini değerlendirdiği taklit ettiği ve kusursuz beklentisini gerçekleştirmeye çalıştığı ego idealinin bir aracıdır. Ebeveynler çocuğun eğitiminde katı ve kusursuz olmaya çalışırlar. Kendi çocukluklarındaki yaşadıkları güçlükleri unuturlar. Kendi çocukluklarında kısıtlamalar koyan ebeveynleri ile özdeşim kurmaktan hoşnutluk duyarlar. Biz çektik onlar çekmesin diye düşünmezler. Ebeveyn modeli üzerine değil, onların üzerine kurulur ve bu gelenek kuşaktan kuşağa aktarılır. İnsan hiçbir zaman bu günde yaşayamaz, geçmişi ve geleceği süper ego yolu ile etkili olur. İnsan yaşamında koşullardan bağımsız, güçlü rol oynar. Böylece çocuğun süper egosu, Üst benlik yargılayıcı yapısı gereği, suçluluk duygusunu oluşturur. Birey toplumca istenmeyen, onaylanmayan ve yasaklanan düşünce ve eyleme giriştiğinde, suçluluk duyar. Kimi bireylerde üst benlik katı, acımasız, affetmez, özür kabul etmez güçte gelişebilir.  Bireyin engellemeler karşı göstereceği tepki, bu engellerden kurtulmak için geri çekilme, dürtü ve nesneleri değiştirme, gerçek nesneler yerine hayali nesneler yaratma, saldırma biçimlerinde ortaya çıkabilir. Doğuştan buyana insanoğlu birçok engeller karşılaşır, süreç içinde bu engellere karşı dayanıklılık ve çeşitli tepki biçimleri geliştirir.   Gereksinimi doyurmak için beklemeyi, ertelemeyi, kimilerinden vazgeçerek ertelemeyi ya da bırakmayı, nesneleri değiştirmeyi, kimi zamanda saldırıya geçmeyi öğrenir. Kişiliğin oluşumunun toplumların tarihsel süreçlerine bağlı olduğu gerçeği, kişilik oluşumunun aileden aileye, toplumdan topluma değişkenlik göstermesidir. Süreç içinde engellenmeye karşı oluşan dayanıklılık, benliğin en güvenilir ve en uyum yapan özelliğine dönüşür. Benlik bu üst benliğin suçlayıcı ve cezalandırıcı yapısı altında ezilir. Bu tür üst benlik yapısı, bireyde ruhsal ve kişilik bozukluklarına çok yumuşak ya da gevşek üst benlik toplum içinde uyumsuz davranışlara sahip, bir benlik yapısının gelişimine zemin hazırlamış olur.

   Hoşunuza giden, düşündüğünüz bir şeyi yapma eğilimi duyarsınız, ama vicdanınız el vermiyorsa bunu yapmazsınız. Çok zevk alacağınız bir şeyi yapmak için eyleme geçersiniz ancak vicdanınızın sesi suçlama, pişmanlık, cezalandırma bombardımanı ile buna mani olur yapmaktan vazgeçersiniz.  Çoğu insanlarda vicdan dediğimiz şey çok az gelişmiştir. ” Süper ego”

  1.   Gelişim “Psikoseksüel Gelişim” Kuramı:

      Freud, kişiliğin gelişimi açısından inceleyen ve kişiliğin temel yapısının oluşumunda, bebeklik ve çocukluk yıllarının önemini belirten ilk kuramcıdır. Psikanalizin ilk günlerinde, kişiliğin oluşumunda cinsel gelişim terimini kullanmıştır. Ancak, bu terimi kullanırken yalnız eşeysel organları “Birleşme ve üretme amacına yönelik duygu ve eylemleri”  içeren dar bir kavrama sınırlamamıştır. İdden yola çıkarak, sevilen, haz veren, doyum sağlayan her nesneyi cinselliğe bağlamıştır. Cinsel sapıklıkları incelerken, cinsel organların dışında, bedenin birçok parçalarının haz kaynağı olabileceğini ve çocukluk çağında da cinsel uyarışların olduğunu belirlemiştir. Doğumdan beş yaşına kadar kişiliğin biçimlendiğini ve beşinci yılın sonunda, altıncı yaşlarda başlayarak, dengeli duruma girer ve bu yaşlardan sonra kişiliğin temel yapısı oluşturur. Düşüncesini öne sürmüştür. Çocukluk gelişim dönemlerinde yaşanan, ruhsal ve cinsel içerikli sorunların, sarsıcı olayların ve saplantıların nevrozların kaynağını oluşturmada önemli rol oynadığının farkına varmıştır. Özellikle cinsel çatışma ve uyarılışların bastırılarak, bilinçdışına itildiğini; ancak analitik yöntemlerle bilinçdışına çıkarıldığını saptamıştır. “Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Tartışma-1915”

     Her dürtünün bir amacı, bir nesnesi, bir kaynağı ve amacı boşalma ve doyum olduğuna göre, nesnesi de doyum sağlayacak herhangi bir şeydir. Kaynağı ise cinsel haz veren bedenin bölgeleridir. Çocukluğun ilk yıllarında haz veren en önemli bölge ağız çevresidir. Onun için bu çağa oral dönem adını vermiştir. Çocukluk cinselliğinin ilk belirtilerinin, beslenme, idrar kesesi ve barsak denetiminin kazanılması gibi cinsel nitelikli olmayan bedensel işlevlerden kaynaklandığını, cinsel ve psikolojik gelişimin her biri bir önceki dönemin üzerine kurulan, bir önceki dönemle kazanılan davranışları özümleyen beş döneme ayırmıştır. Her dönemin kendine uygun olan özelliklerini incelemiştir. “ Dürtülerin kaynağı, düzenlenişi, yönelişi, dışa vuruşu, karşılaştıkları engeller ve çatışmalar. ”  Ruhsal ve cinsel gelişim kuramına göre bir dönemin özelliklerini birey yetişkin çağda iken belirgin biçimde yaşıyorsa; bu o döneme saplanmayı ” fiksasyon” gösterir. Bu dönemdeki saplantılar, o dönemdeki kişilik yapısını belirler. ”Oral Kişilik, Anal Kişilik – Çocukluk Çağı Sorunları ”

……………………………….

                          NORMAL VE ANORMAL DAVRANIŞLAR

       İnsan davranışlarının, normal veya anormal diye ayrımını yapmak oldukça güçtür.  Ayrıca Biyolojik Yaklaşımlar (Genler yolu ile anne-baba dan çocuklarına geçen kalıtsal faktörler ve beslenme türü, alınan ilaçlar iklimde meydana gelen değişiklikler ve çevresel faktörlerin etkileri sonucu; beden de meydana gelen biyokimyasal dengesizlikler, anormal davranma ya neden olmaktadır.) dışında, Psikolojik açıdan olayı ele aldığımızda Psi kodinamik Yaklaşım özellikle Freud ve öğrencileri, Psika alitik çalışmalar la normal ve anormal davranış ların altında yatan dinamik ve psiko-gene tik incelemeler sonucu, bilinçaltına itilmiş güdülerin bireyin davranışları nın temelini oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir. Davranışçı Yaklaşım birey lerin davranışlarının öğrenilerek kazanıldığını savunmuşlardır. Varoluşçu-İnsancıl Yaklaşımlar, İnsanların psikolojik gelişimleri büyüme ve sağlıklı denge yönünde davranmaya eğilimli olarak doğduklarını savunmuşlardır. Etkileşimsel Yaklaşım, insan davranışlarının son derece karmaşık bir yapı ya/sisteme sahip olduğundan yola çıkılarak, bireyi etkileyen değişik faktör lerin etkili olduğundan yola çıkılarak, her yaklaşımın dikkate alınması ge rektiğini düşünerek, davranışlara farklı açıklamalar getirilmek tedir. Bu farklı yaklaşımlardan dolayı Psikiyatristler ve Psikologlar davranışlara ve psikolojik sorunlara uygun olan objektif testler/ölçekler geliştirmişlerdir. Bu testlerin sonuçlarına uygun psikolojik sorunu tanılayıp, teşhis ederek, uygun çözümler üreterek, ilaçlı ve psikoterapi çalışmalarına yer verilmiş tir. Bu yaklaşımlarla ilgili açıklamalara ve bu yaklaşımların savunucuları na, bu yapıtımda yeri geldikçe yer verilerek açıklamalarda bulunulacaktır.

    Başlangıçta hangi tür duygu ve düşüncelerin, normal veya anormal dav ranışların gelişmesine katkıda bulunduğunu, bu konuda yaklaşımcıların gö rüşlerine geçmeden yapıtlarımdan verilen örneklerle açıklamalara başla mak istiyorum. Burada amacım kitaplarımı tanıtmak değil, davranışların oluşumu ve gelişimi konularında fikir sahibi olmanıza katkıda bulunarak, sizlerin bu konudaki hali hazır bulunan bilgi ve düşünce dağarcığınıza tereddüte bırakmayacak şekilde katkılarda bulunup, bilgilerinizi yeni bilgi lerle birleştirerek, bir fikir ve görüş kazandırmak düşünülmektedir. Negatif / olumsuz / isten meyen / zararlı / anormal / beklenmeyen Duygular, Düşün celer ve Pozitif / olumlu / istendik / yararlı / normal / beklenen Duygu ve Düşüncelerin oluşumuna, Duygu ve düşüncelerin davranışa dönüşme den tanınması, ayırt edilmesi, kontrol ve denetim altına alınması ve negatif olanların pozitife çevrilme becerilerinin kullanılması vb. Konulara çok kısa ve öz olarak birlikte bir göz atmaya ne dersiniz ….      

    Bireylerin negatif duygularının, geçmişten kaynaklanan hayvani, ilkel ol duğu kadar, en tehlikeli ve yıkıcı düşüncelerini oluşturan bilinçaltı faktör lerden beslenen duygulardan bahsetmenin yararlı olacağını umut ederek, bu konuda kısa açıklamalarda bulunmak istiyorum. Geçmişte istenmeyen, engellenen ve bir şekilde baskı altına alınan; genelde korku yaratan, acı veren içeriğe sahip olan; endişe, ıstırap, sıkıntı, üzüntü yaşanmasına neden olan duygular geçmişin karanlık zindanlarından sizin doyumsuz bencilce, hayvani isteklerinizden, tutkularınızdan, arzularınızdan esinlenerek düşün celerinizde canlanırlar. Aslında siz istediğiniz için düşüncelerinizde yer al masına, bilinç üstüne çıkmasına bilerek izin verdiğiniz ya da engelleyeme yerek, karşı koyamayarak, ego gücünüzü aşarak düşüncelerinizde yeniden yer almalarına ve size rahatsızlık vererek, elinizde olmayan ve sizi aşan davranışlara ve eylemlere iterler. Geçmiş yaşamın özellikle çocukluk ve ergenlik çağının olumsuz, yasaklanmış, kötü görülmüş, yanlış bulunmuş, engellenerek, gerçekleşmemiş üzeri küllenmiş negatif duygulardan oluşur lar. Bu duygulardan kaynaklanan yaşamsal anılar, deneyimlerden, engel lenerek baskı altına alınan, doyuma ulaşmamış ve çözümlenmemiş istek lerden güç alan bilinçaltına atılmış İz Bırakan duyguların, düşüncelerde yer alması ile geliştirilen, kor aleve dönüşen negatif yüklerle ve yakıcı ateşle beslenirler. Bu koşullarda kontrol altına alınmaları zor negatif duy guların etkisi ile acizlik, değersizlik, güvensizlik, zayıflık, mutsuzluk duygu larının eşlik ettiği duyguların; acı veren ve korku yaratan, ürkütücü karma şık hal alması, bireye rahatsızlık ve gerginlik vermekle kalmaz, bireyin hırslanarak kendisine yapılan kötülüğün bedelini ödetmek daha fazlasını yapma düşüncelerinin geliştiril mesine neden olurlar.  İlkel benliğimizin, hayvansal dürtülerinden güç alan, bireyi egemenliği altına alarak yöne ten ve kötü olduğu kadar istenmeyen davranışlar yapmaya sürükleyen, yönlendirmekle kalmayıp, eyleme dönüştüren ve genelde akıl ve mantık kurallarını çiğneyen ve kontrolü tamamen ele alan ego gücünden oluşur lar. Bu ego gücü bilinçsiz olduğu kadar gerçek dışı özelliğe sahip olması, kuruntu, kuşku, vesvese kaynaklı ve hayal gücü ile beslenmesi nedeniyle, insanların veya canlıların yaptığı hataların bir nedeni veya sebebi olabi leceğini düşünme affetme, bağışlama ve hoşgörü, sor gulama, uzlaşma, yüzleşme ile karşılamaktan yoksun bir işleyişe sahiptirler. Çünkü duygu lar çoğu zaman aşırı yanıltıcı ve şaşırtıcı derecede kör, nankör ve vurdum duy maz özelliklere sahiptirler. Yıkıcı olmakla kalmayıp, gerçeklikten yok sun ve sonradan anlamakta güçlükler yaşayacağınız bu duygular, öğle şiddetli, öğle acımasız, öğle insanlık dışı ve öğle yok edici bir özellik ve güç kazanımına sahip lerdir ki o anda bu durumu algılamanız ve anlamanız olası bile değildir. Bu güç ateşlenip yangına dönüştüğünde, intikam ve öç alma duygularının da negatif enerji yükünü içine katarak, büyüyüp, yanar dağ gücünde enerji birikimine dönüşebilirler. Güçlenen negatif duygula rın oluşturduğu bu yanardağın, fışkırarak çıkardığı lav denilen kızgın ve yakıcı ateşe dönüşen negatif duygu, düşünce ve davranışlarınız sizi ve çevrenizi yakıcı, yıkıcı, kavurucu etkileri sonucu; bir anda kendinizi ve çevrenizi yok edip, ortadan kaldıran davranışlarla sonuçlanabilirler. Hatta toplumlara ve uluslara yöneldiğinde bir ulusu yok ederek, tarihin geçmişine gömebilir. Korku duygusunun yaşanması sonucu acı, acizlik, aşağılanma, değersizlik, dehşet, endişe, gerginlik, güvensizlik, çekinmek, huzursuzluk, intikam, kaygı, kızgınlık, kuruntu, suçluluk, şüphe, tasa, telaş, ürperti, üzüntü, yetersizlik, zayıflık gibi burada belirtilemeyen çok sayıda negatif duygunun eşlik etmesine neden olmaktadır. Bu negatif koşul ların oluşumuna ortam hazırlayan, İçsel Canavarların üretilmesi ve oluşturul masına neden olarak, duyguları gerektiğinden etkili, güçlü ve şiddetli ve yoğun hissedilip, yaşanmasının ve yaşanan bütün olumsuzlukların asıl sorumlusu dış olaylardan çok bireyin kendisi olmaktadır.    

     Bilinçaltına atılan yaşanamamış ve özlem duyulan duyguların, düşün celerin, davranışların ve bunlardan kaynaklanan sorunların birikimi, yoğunluğu ve şiddeti oranında yapılmak istenenlere ve duyguların ifade edilmesine direnç oluşacağı unutulmamalıdır. Bilinçaltının verdiği di renç kırılma dığı, uygun koşullar oluşmadığı, oluşan istek ve duyguların özgürce ifade edilmesine zemin hazırla yan koşulların güçlü olmaması bilinçaltı direnci arttırıcı koşullardır. Bu koşulları, olumluya veya pozi ife çeviremediğiniz her koşulda ve ortamda gerekli huzur, rahatlık oluş mayacak ve bunların sonucu mutlu olma olasılığı ortadan kalkacaktır.     Ancak bilinçaltının değişimi için gerekli istek olduğunda, olumlu veya pozitif duygularla değişime açık olunduğunda ve gerekli koşullanmalar, yönlendirmeler sağlıklı yapıldığında, direnç kırılmakla kalmaz, bastırıla rak bilinçaltına atılan duygular da bir şekilde bilinç üstüne çıkarak, boşa lım bularak, gerekli gevşeme ve rahatlama sağlanmış olacaktır. Gerekli boşalımın oluşumu, aynı zamanda yaşanan sıkıntı ve gerginliğin yerini gevşeme ve rahatlamaya. Huzursuzluk yerini huzur bulmaya; üzüntülerin sevince dönüşmeye, matem, yas yerini yeniden bir başlangıç yapmaya, in tihar etme, ölüm düşüncesi yerini yaşamı tercihe, kısaca yaşanan tüm olumsuz ve negatif duygu ve düşünceler, olumlu ve pozitife dönüşmesi yani te mizlenme işlevi gerçekleşecektir. Ayrıca Özellikle geçmişteki olumsuz anı ve deneyimlerinizden, bazen de geleceğe yönelik hayallerinizden, umutları nızdan ve beklentilerinizden besle nen ve oluşan duygular, olumsuz düşün celeri çağrıştırırlar, bunun sonucu öfke, kin, nefret gibi üst düzey duyguları geliştirmenize neden olurlar. Başlangıçta doğuştan tertemiz ve iyimser düşüncelere sahip olan birey gitmiştir.  Ailede, çevrede ve geri kalmış örgün eğitim koşullarında verilen yanlış, kötü ve çağ dışı eğitimin kaçınılmaz bir

sonucu olan. İnsanların negatif davranışlarının ürününden kaynaklı ben cilce geliştirilen ve gittikçe büyüyüp katılaşan, karamsar hale gelen, çıkar öncelikli kötümser düşüncelere yerini bırakarak ya da devrederek; ego santrik kişiliğin kaçınılmaz kötü tohumları insanlar eli ile yeniden şekil lenip, temelleri atılmıştır.

    Bu kötü tohumlarda oluşan negatif içerikli ve karmaşık duygular bekle nilmeyen, umulmayan, istenmeyen bir anda ortaya çıkarak sizi zorda bıra kan, gülünç düşüren, mahcup ve rezil eden, utandıran, kötü ve zarar verici düşünceleri yeniden canlandırarak, besleyip, yükleyerek yeniden yaşana rak zehrini içinize akıtırlar. Bu nedenle bireyin geçmişte benzer olayları yaşayıp, yaşamaması, bu duygulardan etkilenip, etkilenmemesi, bu duygu lara direnç kazanıp, kazanmaması, kontrol ve denetim altına alıp, alınma ması gibi koşullar ora nında hafif veya şiddetli hissedilip, yaşanması doğal karşılanmalıdır. Uzun süreli yaşanan acı, elem, ıstırap, keder, korku, tasa, üzüntü gibi aykırı olduğu kadar karmaşık yapıya sahip duyguları besleye rek, geliştirilen düşüncelerin güçlenmesine, yoğunlaşmasına ve direnç ka zanmasına neden olurlar. Yoğunluk, güç, derinlik, şiddet ve direnç kazanan düşünceler; daha etkin duygular eşliğinde bireyin psikolojik yapısını boza rak,  stres başta olmak üzere birçok psikolojik rahatsızlıklara ve negatif koşulların daha uzun süreli yaşanması oranında üzüntü ve keder duygu sunda bahsettiğim dengesiz davranışların eşlik ettiği ruhsal ve bedensel hastalıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlar.  

     Buraya kadar anlatılanların ışığında bir kişilik tanımlanması yapacak olursak bireyi diğer bireylerden ayıran, doğuştan getirilen ve sonradan    (Belli uyaranlara karşı uyum sağlamak amacı ile geliştirdiği.) düzenlilik ve süreklilik kazanılan; duygusal, bilişsel ve davranışsal özelliklerini de yansıtan ayırtedici, tutarlı ve yapılanmış yönüne KİŞİLİK denir.

     Davranışların oluşumuna devam edercek olursak, İstenmeyen, beklen medik negatif veya anormal davranışlar ya da olumlu koşullar veya tera piyle istenen, beklenen pozitif veya eski haline veya normale dönüşen dav ranışları; süreç içinde kalıcı hale gelerek bireyin kişilik özellikleri haline geldiğinde,  yaşamında kullanıldığı oranda yaşam biçimine dönü şümü kaçınılmaz hale gemektedir. Duyguları ifade etme biçiminde sağlıklı olan, insani kişilik özelliklerinin devreye konulması olduğuna göre, bu duygular devreye girdiğinde hay vani duyguların ehlileşmiş ve deneyim kazanmış in sani duygularca kontrol altına alınması ile yumuşatılması sağlanabilmek tedir. Bu nedenlerle, bu tür hayvani duyguların düşüncelere dönüşmesine izin verilmediği koşullarda, bir süre sonra sakinleşmesi halinde olayın soğuması daha bilinçli, akılcı ve mantıklı düşünce ve davranışlara zemin hazırla yacağı için denetim altı na alınarak, negatif düşüncelerin yerini daha olumlu düşüncelere bırakaca ğı bilinmesi gereken bir gerçekliktir. Tüm bu olumsuz yönlerine rağmen ba zen korunmak için bizi uyararak gerekli önlemi almamızı sağlayan duygulardır.

      Duygularınız yalnız sizin öznel hayatınızdır, düşüncelerde algıladığı nızda, sezdiğinizde, hissederek yaşadığınızda; size zarar vereceğinin far kına ve bilincine varırsınız. Olumsuzluk oluşturacak bu koşulları kontrol altına alarak, Temizlemek, arındırmak, değiştirmek ve pozitife çevirerek yok etmek de yalnız sizin elinizdedir.

    Tüm çaba ve mücadelelerinize rağmen Temizlenmeyen duyguları iadeli olarak, geldikleri geçmişin karanlık zindan lara gönderecek yeti, beceri ve güç yalnız sizdedir. Geçmişin karanlığından gelen bu tehlikeli, zararlı ve kötü niyetli duyguları aklınızdan, bilincinizden, zihin süreçlerini oluşturan düşünce güçleri nizden söküp atarak Temizlemek olmazsa olmazlarınızdan olmalıdır. Arzu, haz almayı içeren ve ağır bedeller ödemeye hazır olan bu hayvani istekleri düzenleyerek Temizlemek, ehlileştirmek, değiştirmek, pozi tif yapmak yine sizin elinizdedir. Özellikle önemsenmesi ve dikkat edilmesi gereken husus, geçmişinizin, bilinçaltınızın, ego gücünüzün İz Bırakan olaylarının depolandığı, biriktirildiği bu anıları, dün dünde kalmıştır, geç miş geçmişte kalmıştır diyerek izin vermeyerek düşüncelerden uzaklaştı rıp, negatif duygulardan arındırmak, Temizlemek, oluşan boşlukları ya rarlı olanlarla durdurma gücü de yine sizdedir. Bu yapıtta yaşamın ağır koşulları altında ezilmeyerek, direnerek, mücadele ederek sorunun bir par çası olmayan, yaşayacağı sorunların farkına vararak, tanıyarak, kontrol ve denetim altına alarak, sorun çözücü ve çözüm odaklı bilimsel yaklaşımlar sergileyen, alternatif çözüm yolları üretebilmen koşullarına sahip olan ve ya olamayan bireylere yer verilmektedir. Yaşamınızı Zehir Eden İzleri Temizlemek-Halil Türkmen”

    Bu yapıtın devamı kabul ettiğim ikinci yapıtımda, “İnsan beyninin çalış ma prensibi hiç durmadan ve susmadan çalışan bir makine benzeri bireyi sürekli ŞÜPHECİ, NEGATİF veya olumsuz olanları tutmaya meyilli, EĞİLİMLİDİR. Ruh ise kendi doğasını ifade edebilmek için beyni yani bi linci kulla nır. Bu nedenle insanın dikkatini yoğunlaştırarak, bilinçli davra narak, bu sistemi kontrolü ve denetimi altına alması yaşamsal önem kazan maktadır. Bu nedenle bilinçsizce davranışlarda bulunmaktan uzak dur malı, farkında olunmalı, telaşa ve heyecana kapılmadan bilinçsizce ge lişen davranışların sürekli kontrol ve denetimini sağlayarak, kişisel den ge durumunu kaybetmemeniz gerekir. Yine 1979 yılında, Sovyet Bilim Adamlarının uzaktan davranış kontrolü, yönlendirme, kapasite düşüklüğü yaratma yani beyni uzaktan ele geçirme ve öldürmeye yönelik araştırmalar ve çalışmalar yaptıkları bilindiği göz önü ne alındığında bu tür silahların günümüzde geliştirildiğini düşündürmektedir……2000’li yılları yaşadığı mız günlerde, bu konudaki araştırmalar ve bulguların boşuna yapılmadığı; o günden bugüne elektro manyetik ve nükleer silahların geliştirilmiş ola bileceğini düşünmeme ve kuşkular geliştirmeme neden olmaktadır. Çünkü günümüzde pek çok alanda nükleer enerji tesislerinin kurulması ve geliş tirilmesi insanlara zarar vermesine karşı hız verilmesi, bu tür silahların geliştirilip, kullanılabileceğinden yola çıkıldığında elektromanyetik silah ların da geliştirilmiş olacağı olasılığını güçlendirmektedir ….

     Bu durumda Bilim Kurgunun bir gün gerçeğe dönüşerek; insan ve insan sağlığı hiçe sayılarak savaşlarda insan beynini ele geçirmek, onu etkisiz kılan hayvan veya robota dönüştürmesine katkı sağlayacak insan lık dışı, canavarca çalışmaların insanlık neslini yok etmeye yönelik çalış malara dönüşmesi her koşulda olasıdır. Dünya Barışı için insanlığa zarar verecek bu tür ve YAPAY BEYİN araştırmalarının yasaklanması ya da denetim altına alınmasını gerektiğini düşünmekteyim. Bilimsel çalışma lar tüm insanlığın hatta canlı ve cansız varlıkların yani Dünyamızın, Evre nin yararına olacak biçimde düzenlenip, yapılması bilimsel nitelik taşıya caktır. Bilim insan yararına, barışa hizmet ettiği oranda bilimseldir. Oysa bulunan her yeni icat, bilimsel çalışma; İnsanlığın Yararına kullanılıp, ge liştirilmesi gerekirken; İnsanlığın Zararına Geliştirilip, Kullanıldığı bir Dünyada Yaşıyoruz …. İnsan dış çevreden kaynaklanan olgulara, olaylara ve durumlara hisleri, algıları, sezgileri yolu ile tepkiler geliştirirken düşün celerde değişimler oluşur. Düşüncelerde oluşan değişimler, duyguların geliştirilmesine yol açar ve eşlik eder. Geliştirilen duygular ve düşünceler doğrultusunda davranış ve eylemlerde bulunulur. Bu davranışlar yalnız bireyin kendisini değil içinde bulunduğu sosyal çevreyi de etkiler. BEYİN örneklerle AKIL YÜRÜTÜR ve ZİHNİN gelişimine katkıda bulunur ……

    Beynin sınırlarını zorlama çabaları, ayrıntılı düşünmelerle ilgili olan eği tim, aktivite ve etkinlikler yo lu ile beynin sürekli gelişimine katkı sağlamak tadır…… Nasıl düşündüğümüzü, neden düşündüğümüzü ve nasıl düşünme miz gerektiğini düşünmekle ilgili koşullar oluştukça, düşünmeyi düşünme işlevlerinin yürütüldüğü oranda beynin ve ürünlerinin gelişeceği, etkin ve aktifleşeceği bilinmesi gereken bir gerçekliktir …..Bu nedenle eğitim siste mimizin yapısı, çocuklarımızın beyninin kullanılamayan kısımlarının gelişmesini, aktifleşmesini sağlayıcı, arttırıcı ve en aktif biçimde kullan masını sağlayıcı çoklu zeka koşullarını da bünyesinde barındıracak biçim de düzenlenmesi eğitimde olmazsa olmazlardan biri olmalıdır. Sağlıklı beyne sahip, üretken insanlar ve nesiller çağdaş, demokratik, bireysel eği timle yetiştirilirken; sağlıksız, köle, kukla, körü körüne itaat eden insan lar ise çağın gerisinde veya geçmişte kalmış bir eğitimle yetiştirilebilir.   

     Günümüzde uygulanan eğitim gerici, gerici olmakla kalmayıp insani ol madığı kadar, etik ve ahlaki de olmayan çağ dışı kalmış bir eğitimdir. Tüm bu nedenlerle, hayatta karşılaşma olasılığı olan bazı sorunları çözerken başkalarından akıl fikir almak yerine duygularımız, sezgilerimizden yola çıkarak, kalbimizden gelen sese kulak vererek, akılcı, mantıklı, ani kararlar almak ve davranmak tercih edilmelidir. İnsan deneyim kazanıp olgunlaştık ça yanlışlarının farkına vararak, gerektiğinde düzelterek; değişme yeteneği ne her koşulda sahiptir. Zihni yok edemezsiniz, onsuz yapamazsınız çünkü o sizin var oluşunuzun ve düşüncelerinizin sebebi olduğu kadar, pozitif davranışlarda bulunmak için gerekli olan en önemli parçanızdır. Yaşamınızı Uzatmanın Sırları-Halil Türkmen”          

     Stresle Mücadele Yolları adlı yapıtımda, “Sürekli dile getirilen bireysel özellikler, bireyden bireye değiştiği için stres kaynakları her bireye göre değişiklik gösteren koşullara bağlı güçlükler oluşturmak tadır. Asıl önemli ve can alıcı özelliği bireyin bu kaynakları nasıl algıladığı, nasıl hissettiği, nasıl karşı ladığı ve ne gibi tepkiler verdiği yönünde değişiklikler oluştur ması bireyi psikolojik yönden etkilemesi ile ilintili olarak strese yol açması dır. Daha doğrusu stres düşüncelerde başladığına göre, bireyin donanım ları ve kişilik özellikleri ile doğrudan ilişkili olan aslında bireyin kendi eliyle oluşturduğu ve içsel cana varların ürünlerinin ortaya çıkardığı etki düzeyiyle doğrudan ilişkilidir.  Yine bireyin bu bireysel özellikleri dışında yaşı, ailevi konumu, sağlık durumu, engel durumu ve yaşam biçim ve koşul ları etkin rol oynamaktadır. Stres oluşturan faktörlere duyarlılık, dayanık sız ve dirençsiz olmak, mücadele ve başa çıkmada kararlılığı, gücü, çabası, enerjisi, yeteneği, becerileri gibi bireysel özellikleri önemli olmaktadır. Bi reyin amaçları, arzuları, hedefleri, istekleri, ihtiyaçları, gereksinimleri, bek lentileri, özlemleri bunların karşılanma ve tatmin olma düzeyleri, yaşama bakış açısı, bunlara duyarlılık derecesi, anıları, deneyimleri, birikimleri ve alışkanlıkları rol oynamaktadır. Ayrıca bütün bu koşulların algılanma, hissedilme, düşüncelerde bu yönde oluşan ve gelişen değişimlere uygun ortaya çıkan duyguların özellikleri etkili olmaktadır. 

    Oluşan bu yeni durumlara uygun davranışların ve eylemlerin ortaya çık ması bireyin kişisel yani kendi si ile ilişkili ve bağlantılı olan psikolojik stres kaynaklarını oluştururlar. Stres kaynaklarını tanımlayıp, belirlediği nizde aynı zamanda stres kaynaklarının farkına varmış olmanız, kontrol altına alarak gerekli düzenlemeler yapma olanağını da elde etmenize ve stresin etkileme gücü ve şiddetini kolaylıkla azaltma nıza yardımcı olacak unsuların kazanılmasına yol açacaktır.  Bu değişimlere her bireyin güçlü ve zayıf yönlerini oluşturan özellikleri ve dayanıklı, dirençli olup olma ması oranında ortaya çıkan, bireyin kendisinden kaynaklanan tepki ve yanıt biçimlerini oluştururlar.  

    Günlük yaşamımız da bir gün içinde yapacağımız işler, faaliyet ve etkin likler; kendiliğinden gerçekleş mez. Günlük işlerimizi gerçekleştirmek ve kendi lehimize çevirmek, gayret ve çaba ister. İnsanlarla ileti şim, sağlıklı ve iyi ilişkiler gerektirir. Yapmak için yola çıktığımız iş, eylem ve etkinlik lerden bazılarını gerçekleştirmek isterken zorluklar, güçlüklerle karşılaş ma ve yaşama olasılığı vardır. Bunları olumlu karşılamak, pozitif açıdan bakmak, çıkabilecek olası sorunları, güçlükleri ve engelleri ortadan kal dırmak için tekrar çaba göstermek gerekir. Yani yaşanan her olumsuzluk ya da talihsizlik, bizim normal halimizi ve yapacağımız görevleri gerçek leştirmek için engel oluşturmamalıdır. Ortaya çıkan sorunları çözmek için gereken çabayı göstermemek, olumsuz koşulların yaşanmasını sağlar. Bu durumda çıkacak sorunlara takılmak, meydana gelen sorunları biriktirmek ya da en küçük sorun ve olayı abartmak, sorun yokken sorunlar oluşturmak her şeyi sorun haline getirmek. Yakınımız, arkadaşımız ve akrabamız olan kişiler hakkında çevrede söylenenlere, dedikodulara inanmak, düşünceler de atıp, tutarak sorun haline getirmek veya sorunları olduğundan fazla bü yütmek ya da abartmak. Gerçeklerle bağdaşmayacak düzey de olan hayal ürünlerine, rüyalara takılmak, beklenmeyen senaryolara ve kurgulara ken dimizi kaptırmak, yersiz şüphelere kapılmak. Olumsuzluklara açık olmak, gereksiz kuşku ve kıskançlık yaşamak, inandığı değerlere karşı inancını kaybetmek, güven ve öz güven yetersizliği yaşamak, umutsuzluklara kapıl mak vb. burada belirtilmeyen birçok sorunu yaşamımıza sokmak yerine, yaşamdan uzak tutmak gerekir.

   Tercihimiz, bu gibi olumsuz duygu ve düşünce biçimlerinin yaşantımı za girmesine asla ve asla müsade etmemek olmalıdır. Yaşanan olumsuzlukla rı hayatın parçası, yaşam biçimine dönüştürmek daha ileri giderek yaşamı mıza, bu günümüze egemen olmasına ve o anımızı elimizden alma sına izin vermek, en büyük stres faktörlerini oluşturur.  

   Her insan yaşamında olumsuz durumlar, sorunlar ve koşullarla karşılaşa bilir. Önemli olan bu olumsuz durumları normal ve doğal karşılamak, olay lara negatif bakmak yerine pozitif bakmayı tercih etmek ve bunları ortadan kaldırmak için akılcı ve sorun çözücü yaklaşımlar denenmesi önemli olmak tadır. Asla sorun çözme seçeneği bitmeden, öncelikli olarak sorunu dü şüncelerde büyüterek, abartarak sorunun bir parçası haline gelinmeme lidir. Karşılaştığımız sorunları çözmek için gerekli çaba gösterilmesi halin de, olumsuz yaşantı biçimlerinin geliştirilmesine yol açan negatif duygu ların gelişmesine izin verilmeye cek, yaşamayacak ve kölesine dönüşme yerek, negatif düşüncelerin olumsuz, istenmeyen ve bize zarar verici dav ranışlara dönüşümü engellenmiş olacaktır. Hiçbir birey isteyerek negatif duyguların geliştirilme sine izin vermez. Bunların istenerek yaşanmasına yol açan, düşünce biçimlerinden oluşan bir yaşamı da tercih edilmez. Ter cihin istenmeden bu yönde yani aşırı duygusallığa yol açarak etkilenip, gelişmesi koşullarında, bilinmelidir ki… Stresin yaşanması, zararlar görülmesi, yaralar alınması, yıpranarak hastalanması ve yaşlanması kaçınılmaz olacaktır. Bununla da kalınmayarak, pozitif yaşam biçimlerini tercih etmek yerine genelde negatif yaşam biçimlerinin tercih edildiği her durumda. Süreç içinde yaşama karşı negatif bakma ve yaklaşma alışkanlığı kazanılmış olur ki; bu yaşam biçiminin bireyi yok etmekle kalmayıp, çevre si ile ilişkilerini ve bağlarını kopararak, süreç içinde yalnızlığa veya yok olmaya sürükle yeceği gerçeği bilinmelidir. 

    İnsanın varlığını korumak ve yaşamının devamının sağlanması için “Aç lık, susuzluk, cinsel, uyku gibi.” Fizyolojik Güdü- Dürtü ve Sosyal Güdü lerinin yani temel ihtiyaçların karşılanması, doyumunun ve giderilmesinin sağlaması gerekmektedir. Biyolojik ya da Fizyolojik ihtiyaçları karşılayıp sağlayan dürtü ler, Psikolojik ve Sosyal ihtiyaçları sağlayıp, karşılayan güdülerin, ihtiyaçlar oranında karşılanmasında yaşanan engeller ve güç lükler oranında sorunlar yaşanacaktır. Yaşanan bu güçlükler ve zorluk lar, bun ların duygu ve düşüncelerimizle birlikte kişiliğimiz üzerindeki olumsuz etkileri, birlikte yaşamak zorun da olan insanların ve insan iliş kilerinde yaşadıkları güçlük ve zorluklardan kaynaklanan çok sayıda negatif koşulların geliştirilmesine ve oluşturulmasına, sorunların ortaya çıkmasına ve yaşanmasına neden olurlar. Doğa olayları, hava durumun daki ani ve beklenmeyen değişiklikler ve kirlilik, yaşamkoşul larında ani ve olumsuz değişiklikler oluşturur. (İnsanın Temel İhtiyaçları konusu içinde bütün bu ihtiyaç lar ayrıntılı olarak açıklanmıştır.) Bireyin toplum içinde bir yeri ve değeri olduğunun bilinmesi, güvence duyması, ilgi, sevgi, kabul, onay görmesi, özgüven duyguları geliştirmesi, kendine yeterli bir birey ola rak, kendi kendini gerçekleştirmesi, fiziksel ve estetik, zihinsel, sosyal, kişi sel vb. ihtiyaçlarının karşılan masına ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçlarını bir şekilde karşılarken, aile, çevre, toplumun bakış açısı ve toplumca bireyin nasıl algılandığı kendinin tehlikede uzak olduğunu bilmesi, aile içinde bir yeri olduğuna inanması, güven ve öz güven duygusu gelişmiş olması, ken dine ve çevresine yeterli olmak gibi çok sayıda pozitif koşulların oluşumu önemli olmaktadır.

    Bireyin olaya bakış biçimi ve bakış açısı, beklentilerin üst düzeylerde olup olmayışı, pozitif duygula ra değer verilmemesi ve yeterince sevgi, saygı, ilgi ve onay görmemesi şeklindeki yaşantı biçimlerinin artışı ve üst düzeyde yaşanması oranında olumsuz duyguların, negatif düşüncelere yol açarak sorunlar çıkması, olumsuz tutum ve davranışlar geliştirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle sosyal güdülerin birey üzerindeki etkileri psikolojik rahatsızlıklardan biri olan stresin gelişimini tetikleyip, ortaya çıkması ve yaşanması konusunda hayati öneme sahiptir. Yukarıda belirtilen stresi tetikleyen negatif koşullar art tığı oranda stresi tetikleyerek, bireyde stres eğilimini oluşturmakta ve stresi arttırarak, benliği üzerinde kolaylıkla egemenlik kurmaktadır. Süreç içinde benzer koşullar bireyin yaşamının ve kişiliğinin parçası haline dönüşmektedir. Kimseyi düşünmeyen, empati ge liştiremeyen, özveride bulunmayan, paylaşmayan, saygı duymayan ve sev meyen negatif duyguların geliştirilip, sahip olunması ile kalınmayıp, için deki çocu ğun özelliklerini çağrıştıran güven ve özgüven duygusu gelişme miş ben merkezcil özelliklerin egemenlik kurarak, psikolojik sorunlar, ruh sal sorunlar dışında, kişilik sorunlarının yaşanmasına neden olurlar. Birey lere, çevrenin ve toplumun verdiği değer oranında, birey kendini tehlikede hissetmeyeceği ve kendi ni olumsuz etkileyecek koşullar oluşmayacak; sorunların yaşanmaması ile orantılı olarak da zarar verici düzeyde stres oluşup, yaşanmayacaktır.

    Buraya kadar açıkladığım temel ihtiyaçların gerçekleşmemesi, karşılan maması, karşılanmasında güçlükler yaşanması oranında stres nedeni olan ve stresi tetikleyen faktörlerin artacağı bireylerde stres eğilimi de artacak tır. Yukarda belirtilen çok sayıda sorunun yoğunluğu, yüksekliği, şiddeti ve bireyin kal dırma, dayanma, başa çıkmak için mücadele edebilme, çö zümler üreterek yönetebilme ve denetim altı na alma güçlüklerinin yaşan ması oranında stresin tetiklediği çok sayıda psikosomatik veya bedensel hastalığın veya rahatsızlığın tetiklenerek ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelecektir. Özellikle genetik faktörler daha erken yaşlarda ve beklenmedik durumlarda ortaya çıkmaktadır. Toplumun bir ferdi olan bireylerde bu tür olumsuzlukların yaşanması oranında, stres eğilimi artmaktadır. Bu faktör ler, stresi tetikleyici koşullar olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha doğrusu bireyler, yukarda belirttiğim olumsuz koşulları, yaşadıkları oranla doğru orantılı olarak stres yaşanmakta ve stresin tetiklediği birçok bedensel hastalık ortaya çıkmaktadır. Diğer bir değişle çağımızda stres düzeyinin şiddeti oranında ve stres sürecinin uzunluğu ile ilişkili olarak, stresin tetikleyerek ortaya çıkardığı Psikosomatik Rahatsızlıklar yaşanması kaçınılmaz olmaktadır.

 İşte çağımızın baş döndürücü hızla geliştiği teknolojik gelişmelerin oluştur duğu yaşantı biçimleri, bun lara uyum güçlükleri ile yaşantı biçimlerinin birebir örtüşmesi ve bu sorunun büyük bir toplum kesimini ilgilendirmesin den yola çıkarak, ben strese Çağımızın Psikolojik Rahatsızlığı ve Vebası tanımlamasını getirdim. Stresin çağa uygun bir psikolojik sorun olması ve toplumun tüm kesimlerinde çocuk, genç, yetişkin, yaşlı demeden her ge çen gün yaygın olarak etkileyerek artması anlamında kullandım.

    Stresin hissedilmesi ve yaşanması koşullarında birey kendini tehlikede hisseder ve bu tehlikeli, zarar veren durumdan kurtulmak için tepkide bulu nur. Organizmanın tehlikeyi hissetmesi, algılaması sonucu biyolojik olarak verdiği tepkiler sonucu kan basıncı yükselir, çeşitli hormonlar, özellikle ad renalin hormo nu faaliyete geçer ve adrenalin salgılar. Yani vücudun kendi yaşamını tehlikede hissettiği koşullar ve vere ceği olumsuz etkilerden korun mak amacı ile vücudun alarm sistemleri devreye girer ve harekete geçerek, bu yönde tepkiler verirler. Biyolojik yönden ortaya çıkan ve yaşanan tehli keden uzaklaşmak, tehdit ortam larından ayrılmak, olumsuz koşulların ver diği etkilerden korunmak ve kurtulmak için çaba gösterilir, mücadele edi lir. Vücudun bu biyolojik değişim sürecinde ısısı düşer, kalp çarpıntıları artar, eli ve ayağı çözülür. Diğer değişle heyecanın tüm belirtileri gözle neceği ve ortaya çıkacağı için buna uygun hormon lar faaliyete geçer ve vücut üzerindeki etkileri azaltmaya çalışılır. Bu koşulların yoğunluğuna verilen tep kiler aynı zamanda stres yaratan koşullardan kaçmak, kurtul mak ve mücadele etme çaba ve biçimlerini oluştururlar. Stres bireyin ken dine ve çevresine zarar vermeye başlandığının, günlük yaşamını olumsuz etkilediği, vücudun organları ile ilgili şikayet, problem ve sorunlar ortaya çıktığı koşullarda başkaları ya da kendileri tarafından farkına varılabil diğinde stres yaşadığını onaylanabilmektedir. Bu koşullar oluş madan stres yaşıyor olsa bile başlangıçta birey strese girdiğini, stres yaşadığını, günlük yaşamına olum suz yandığını ve olumsuz etkilendiğini bilmesine karşı, onu görmezden gelebilmektedir….

……………… Psikolog/Yazar Halil Türkmen ( Yapıttan bir kaç sayfalık kısa bir alıntı olduğu gibi eklenmiştir.