ÇAĞDAŞ BiREYSEL VE YÖNLENDiRiCi EĞiTiM SiSTEMi

 

Açıklama: C:\Users\Toshiba\Desktop\geleceginegitimi\search.gif   Açıklama: C:\Users\Toshiba\Desktop\geleceginegitimi\mail.gif   Açıklama: C:\Users\Toshiba\Desktop\geleceginegitimi\home.gif






 

 

 

I.BÖLÜM

 

 


        
EĞİTİMİMİZ  VE  EĞİTİM  SİSTEMLERİMİZ

 

 

 

 

 

         1. EĞİTİM SİSTEMİMİZE ELEŞTİRİSEL YAKLAŞIM          

 

 

 

 

 

      Ülkemizdeki  eğitimin  son  on  yılında  ve  şu  anda “ 1993,1994,1995….. yıllarında uygulanan Kredili Ders Geçme Sistemi” uygulamakta  olan eğitim  sistemini  irdelediğimizde;  on  yıllık  bir  zaman  diliminde  üç  değişik  eğitim  sisteminin uygulandığı acı  gerçeği  ile  karşılaşmaktayız.                   

     Benim  ortaokul   ve  lisede  öğrenci  olduğum  yıllara  şöyle  bir  dönüp, anımsa maya   çalışıyorum.  O  yıllarda   “Klasik   Sınıf   Geçme  Sistemi”  uygulanıyordu.  Öğrencilere göre  program  yerine,  programlara  göre  öğrencilerin  yetiştirilmesini  esas  alan;  bir  yapıya  sahip  olan  bu ilkel – çağdışı  eğitim  sistemi . Uygulamadan  kaynaklanan  bir  çok  olumsuzluk  ve  sorunu  beraberinde   taşıyordu.   Diğer  deyişle  çağdaş  eğitim  sitemlerinin  gereklerinden   biri   olan  programların  öğrencilere  göre düzenlenmesi   ve  ders   programlarının   ve  tüm  eğitim  koşullarının,  eğitilen  öğrencilerin  hizmetine  sunulması   gerekirken,   hazırlanan  programlara  göre  insan   denilen  o  yüce  değerin  yetiştirilmesi   hedefleniyordu.  Bu  nedenle  de insan  unsuru ,  eğitim   sisteminin   ve  eğitim  programlarının   kölelerine  dönüştürülmeye  çalışılıyordu.

     Diğer  değişle  metanın  kölelerine, Türk  çocuklarının   dönüştürülmeye çalışıldığı  çağ dışı  bir   eğitim  anlayışı  ülkemizde  egemen  idi.   Bütün  bu  yanlışlıklar   ve  olumsuzluklar  yetmiyormuş  gibi;   İlkel  eğitim   sistemlerinin   özelliklerinden  biri  olan,   bireylerin  yalnız başarı   durumlarını   dikkate  alan,  öğrencilerin  diğer   bireysel   ayrıcalıklarını  ( İlgi, yetenek ,değerler ,kişilik,istek  vb.)   özelliklerini   dikkate  almayan;  dersleri   sevmese  de   ilgi  ve  ihtiyaç duymasa  da  yetenek  ve  başarı,  ilgi ,istek  vb.  koşulları  uygun  olmasa  da   belirlenen  dersleri zorunlu  almaları  ve  bu derslerde başarılı  olmaları  bekleniyordu.   Eğitim-öğretimin   temel   ilkeleri   ve yöntemleri  ile  çelişen;   eşyanın  tabiatına   bile  aykırı  olan  eğitim  sistemindeki  yıllarca  süregelen  bu  anlayış nedeniyle , öğrencilerin  büyük  bir  bölümü  başarılı  olamıyordu.  Öğrenciler, başarısız oldukları  derslerden  bütünleme  denilen  sınavlara  alınıyorlardı.  Bir yıl süresince bu derslerden  başarılı  olamayan  öğrencilerin, sınav  öncesinde  belirli   bir  süre  ders çalışma  ile  başarılı  olmasının  beklenmesi  gibi  öğretim  ve  mantık  ilkeleri  ile  çelişen  düzenlemelere  yer  veriliyordu.

    Dünkü sistemde, öğrenciler için olumsuzluk yaratan en önemli sorun ise öğrencinin  ilgi  ve yeteneğine uygun olmayan herhangi bir ders/derslerden başarısız olması halinde sınıfta  kalmasıydı. (Bu günkü gibi) Bu durumdaki öğrencilere sınıf tekrarı yaptırılıyordu. Yine başarılı olmamaları halinde örgün eğitim dışına atılıyorlardı.

   Eğitim teorisyenleri  ve  akademisyenler ve sözüm onlara !   Ülkemizin deneyimli uzman eğitimcileri olarak belirlenip, seçilen bu üst düzeydeki eğitim ordusunun kurmay heyeti: MEB. Talim Terbiye  Kurulu ve Ana Hizmet  Birimleri, Danışma  Denetim  Birimleri, Yardımcı  Hizmet  Birimleri  vb.  Milli  Eğitim  Bakanlığı’nın  Merkez  Teşkilatını  oluşturan; Türkiye  Cumhuriyeti’nin  eğitimde   sayılır  derecede  söz  sahibi  olan  kişiler,  kurum  ve  kuruluş temsilcileri ;  kısa  sürede  ve  her  zaman  uyguladıkları   kolaycı , akıldışı,  teoriye  uyan uygulamada  yeri  olmayan ve  kendi  çıkarlarına  uygun  ama  ülke  çıkarları  ile  bağdaşmayan,  alışılmış  yöntemlerle  masa  başında  bu  soruna  bir çare   bulmakta   gecikmediler.  Eğitimdeki   sihirli  reçete, uygulaması  başlatıldı.   

  Sözüm onlara, bu düzenleme öğrencilerin ve velinin mağduriyetine  ve ülkenin ekonomik yönden kayıplarına yol açan bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak ve  önlemek adına yapılıyordu. Bu amaçla başarısız öğrencilerin başarısız olduğu  derslerden,   Öğretmenler Kurulu Kararıyla sınıf  geçirilmesini  gerçekleştiren  değişiklik düzenleniyordu.

       Bu düzenleme ile öğrenciler, Öğretmenler Kurulu kararıyla sınıflarını geçtiler. Böylece  ülkemizin  bir eğitim sorunu  daha  başarı  ile  çözümlenmiş  oldu. Her   ne   hikmetse   başarısızlığın  suçlusu ve sorumlusu yanlış olan  eğitim  sistemi  değildi. Sebebi öğrencileri derslerindeki başarısızlık sonucu  sınıfta bırakan  eğitimcilerdi. Bu eğitsel yaklaşım sebebi ile yapılan düzenlemeler; toplumumuzda  çalışmadan, başarılı sayılan, çalışanla, çalışmayanın bir tutulduğu,  çalışanların isteğini azaltan, istediklerini  kolaylıkla  ve karşılık görmeden alabilen sağlıksız kişiliğe  sahip bireylerin  yetişmesine  katkılar sağladı.

        Program  Merkezli  Eğitim Sisteminden  kurtulup, öğrencilerin ilgi, yetenek, değerler ve  başarı gibi bireysel ayrıcalıklarına göre istedikleri programlara sağlıklı  yönelmelerini dikkate  alacak, Öğrenci Merkezli bir düzenlemeye  gereksinim  olduğu  düşüncesi  ya  kimsenin  aklına  gelmedi.  Ya  da   bu  konuda  görüşler  ileri  süren  alanında  kendini  kanıtlamış  akademisyenlerin / yöneticilerin  ve  eğitimcilerin  bu  görüşlerinin  dikkate  alınmasına  gerek   bile  duyulmadı.                                                                         

       Ancak  program  merkezli  eğitim  sistemlerinde  suni  düzenlemeler  yapmak  yeterli   görüldü.  Öğrencilerin yeteneğine uymayan,  zorlanacakları  program  ve  dersleri  zorunlu  almaları  ve  sonuç  olarak  başarısız  olmalarının kaçınılmaz olduğu  derslerden  yeterince öğrenmeden  sınıf geçmesini sağlayan bu sistem yerine; bireysel ayrıcalıklarına  uygun  programlarda, istediği dersleri  seçerek, yetenek, motivasyon, başarı, ilgi, öğrenme stili vb.  bireysel  ayrıcalıkları  uygun  programlara  yönlendirildiklerinde daha  başarılı  olacakları  ve  verimli- kaliteli  öğretim  kadar, iyi  bir eğitim  alarak, topluma  yararlı  üretken  bireylere dönüşecekleri, öğrenci merkezli bir sisteme geçilmesi  düşünülemedi.  Ya da  ....

        Bu  düzenleme de bir  süre  sonra  yetersiz  kalmış, Öğretmenler  Kurulu  Kararıyla sınırlı  sayıda dersten  başarılı  kabul  edilip,  bir  üst  sınıfa  atlatılan  bu  öğrenciler;  ilgili   derslerde  bir üst sınıfta aynı sorunla karşılaşarak, yine aynı  içerikli derslerden  başarısız  olmuşlardı. Yıl  sonunda   başarısızlık  nedeniyle  bütünlemeye  kaldıkları  derslerin  sayısı  artmıştır. Ama inkar etmemek ve yiğidin hakkını  yiğide vermek gerekirse, bu  öğrencilerin  eğitsel   bazı  kazanımları  olmuştur.  ‘   

       Çalışmadan, hiç  bir alanda  başarı  bile  gösteremeden,  yıl sonunda sınıfını kolaylıkla  geçebileceği anlayışı ve derslere yeterince çalışmama  bilinci  yerleşerek,   beleşçilik, bedavacık ve hak etmeden alma, bana necilik   gibi  olumsuz   davranışların tohumları atılıp, geleceğimiz olan çocuklarımıza  bu  davranışlar  kazandırılmıştır.

      Daha sonra  bu  yaklaşımın olumsuz  ürünlerinin alınmasından  kaynaklanan eleştiriler   sonucu: Ortaöğretimde yeni  bir düzenleme ile başarısız öğrenciler sınıf tekrar etme zorun da ya da okullarından yıllarca mezun olamama durumunda  bırakılmışlardır. Sınıf   tekrarı  yapan öğrenciler ekonomik yönden ülkemize ve halkımıza büyük maddi kayıplar getirmeye  başlamışlardır.  16-17 yaşında örgün eğitim dışına yani sokağa atılarak, bu gençlerin uğradığı  manevi ,  psikolojik  kayıplar  ve   zararlarsa  hiç  düşünülmemiştir !...

       Aynı  ilgililerce  ilköğretim  okullarında da, bu  soruna   kolaycı  yaklaşımla çözüm  yolu  bulundu.  Sihirli eğitim sopasına  bir  defa  daha  dokunuldu. “ Veli  öğrencisinin  başarısız   olduğu   derslerden   bir  üst  sınıfa  geçmesini   istiyorsa,  öğrenci  sınıfını  geçecekti. ”   Bu   tarihi  çağdaş  dokunuş,  hem   öğrencilerin   sınıf   tekrarını,  hem  ekonomimizdeki  kaybı  önleyecekti. Bu  düzenleme  ile  hem  eğitimdeki  bu  büyük  sorun  çözümlenmiş  hem  de   eğitim - öğretimdeki  verimliliği - kaliteyi  ülkemize  bu  mucizevi   dokunuşla bir kez daha kazandırmış  olduk.

       Eğitim   öğretimde   verimliliğin - kalitenin   savunucusu   olan   ve   siyasi  düşünceleri  sayesinde   kariyer  sahibi   olan;  eğitimimizin   tepesindeki   ve   bizleri  at   gözlüğünün  arkasından   yönlendirmeyi   alışkanlığa  dönüştürmüş , Bu  Kişilere !   Ülkemizin  eğitim - öğretim alanında  gelişmelerine  bu  zararsız  katkılarından  dolayı  teşekkürü  bir  borç  biliyorum.  MEB.  Merkez  ve  Taşra  Teşkilatlarında  görev  alarak  uygulamaları  ile  bize  ve  eğitimimize  yıllarca  yön  veren;   Bu  Eğitim  Yöneticileri !  Memleketimize  yaptıkları  bu  hizmetlerden,  vicdanları bile  sızlamadan  kariyer  ve  makam  uğruna  çocuklarımızı,  gençlerimizi, kısaca  geleceğimizi  kolayca  harcamışlardır. Çocuklarımıza, gençlerimize, ülkemiz eğitimine   yaptıkları  bu yararlı hizmetlerden  dolayı, kolaylıkla  kariyer  sahibi  olmuşlar  ve  ödüllendirilerek;  daha  üst  makamlara  terfi   ettirilmişlerdir.  Ülkelerine, ülkesinin gençlerine  verdikleri   zararlardan  yüzleri   bile   kızarmadan,  olgunluk ve  huzur   içerisinde;  her  siyasi  dönemde  Milli Eğitim Bakanlığında  Bakanlarının  bile  değişmesine  karşı  yerlerini  koruma,  hatta  yükselme   becerisini  göstermiş  bu   becerikli  ve  kurnaz  insanları  kutlamak gerekir!...  

       Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ ün Gençliğe Hitabesinde kiDahili  düşmanları “  bir  defa  daha  anımsamamamız  mümkün  mü ?

       Ama taşrada  uygulamayı yapan  ‘Her kademe ve düzeydeki  okul ve kurumların, her  düzeydeki  Yöneticileri, Müdür ve  yardımcıları “ eğitimciler, öğrenciler  ve  veliler  ne  gibi  sıkıntılar yaşamış ne gibi sorunlarla  baş  başa  kalmış  ve eğitimimiz bu düzenlemelerden   ne  gibi yaralar almış, bütün  bunlar  önemli  değildi.  Düşünmeye bile değmezdi. Görüşü  hep egemen  kılınmıştır. İlgililerce  düzenlenip  çıkarılan Kanunlar,Tüzükler, Yönetmelikler, Yönergeler, hele, hele  bunlar da yetmezmiş  gibi  Kanun  Hükmünde  Kararnameler  ve  sürekli  çıkarılan  genelgelerle  yapılan  düzenlemeler  gereği ; Eğitimin  uygulama işlevini  yürüten, taşradaki  her  kademedeki yönetici, eğitimci ve  uzmanların; yıllarca  uygulama    kaynaklı  sıkıntılar  yaşamalarına  neden  olmuştur.  Bu  da  yetmiyormuş  gibi  sık, sık değiştirilen eğitim  yöneticilerinin, görevlerine  başlayıncaya  kadar çıkarılan genelgelerle neyi  uygulayacaklarını  şaşırmaları  vb.  sorunlar  yaşanmıştır.

      Teoride  uygulanabilecek  gibi  düşünülen,  ancak ülkemiz  ve  bölgelerimiz gerçekleri  dikkate  alındığında,  uygulama   düzeyi  düşük olan  bu  düzenlemeler,  uygulamayı  yapan  uzman  eğitimcilerin  bile,  elini -kolunu  bağladığı  için  çaresiz  kalmışlardır.  Masa başında da  hazırlanmış olsa, ( MEB Yetkililerinin, bu  kararları )  bu  düzenlemelerin  yasal   olması  ve  uygulamayı  yapanların,  sorumluluğunun  çok, yetkisinin az ve  çok sınırlı  olması  nedeni  ile  onları  zora  soktuğu  ve  düzenleme  yapamamaktan  çaresiz  duruma  düştükleri  ise  hiç  düşünülmemiştir.

        Sonuçta, çok  nitelikli  ve üretken yöneticiler   itiraz  etseler  bile, bir sonuç  alamayacakları  durumlarla yıllarca  baş başa  bırakılmışlar, sürülmüşler,görevlerinden alınmışlardır.

     Alanında yeterli ve deneyimli bir yönetici çok kolay yetişiyordu ya ! Herkes yöneticilik vasfı ile doğduğu için bu özellik herkeste bulunuyordu ya!  O  günleri  yaşayanlar  çok  iyi  bilirler .....

        Eğitim   sistemimizde  bu  düzenlemeler  yapılırken,  eğitimde  asıl  söz  sahibi olması gereken  her kademedeki  eğitimcilerin, (Yönetici ve Öğretmenlerin) ve  eğitilenlerin   (öğrencilerin)  görüşlerinin  bile alınmasına  gerek  duyulmamıştır.  Çünkü   eğitimciler  istenilen  şekilde  eğitmek, öğrenciler  ise  kendi yeteneklerine  uysa da  uymasa da ,  işlerini  yarasa da   yaramasa da  öğrenmek  zorundadır.  Onlar  ise  uzaktan  yönetirler!.. Yönetmek , bilinmeyeni, görünmeyeni  ve  yaşanmayanı uzaktan  kumanda  ile   yönetmek;  ancak ve ancak onların  işidir...

      

    ‘Orada   bir   köy   var   uzakta.  Görmesek  de,  gitmesek  de,   o  köy  bizim  köyümüzdür. ‘   O  köy   bizim    köyümüz   olduğuna   göre ,  kendi  köyümüzü    en   iyi   biz   biliriz en iyi biz yönetiriz...

      Anlayışı ülkemizin geçmişinde  hep  egemen  olmuştur!..Olmaktadır!..Olmalımıdır !..

        Geleceğimizin  teminatı  yeni  nesil  !
 Eğitim  sistemimizde  bu  düzenlemeler,  o  yıllardaki  ülkemiz  eğitim-öğretimine  neler   kazandırmıştı . Kısaca  birlikte  anımsayıp,  irdelemeye  ne  dersiniz...

      Artık   öğrenciler   velisinin  isteği  ile  sınıf  tekrarı  yapmaktan  kurtulmuştu. Bu   yolla   ekonomimizdeki   kayıplar  önlenerek,  ekonomimiz  canlanmıştı. Yeteneği olmasa  da “ Matematik derslerinde dört  temel işlemi  kullanma yeteneğini kavrayan, kolaylıkla   problemleri çözebilen, Türkçe’ yi  yani  ana  dilini iyi kullanabilen, okuduklarını  kolaylıkla   kavrayıp, anlayabilen , yazı   ve  sözle  ifade  edebilen , yerine  göre   imla   kurallarını   ve  noktalama  işaretlerini  doğru   kullanabilen   vb.   bilgileri  özümlemiş ; Matematik dersinden  eşya, sayı, şekil ve dört  temel  işlem  bilgisini  kazanmış, ilgili  alıştırma  ve  problemleri çözebilen öğrenciler  yetiştirmek” değil, yetiştirmemek amacı; kısacası  Milli  Eğitim ve Ders Programlarına  konulduğu  halde, yetiştirmeme  hedeflerimiz  gerçekleştirilmişti.

      Eğitim sisteminin bu yapısı gereği, eğitimciler yıllarca kazanmış oldukları prestij ve saygınlıklarını kaybetmişlerdir. Daha sonra sistemde düzenlemelere gidilerek,  iyimser amaçlı üretilen bazı projelere bile sıcak bakamamışlar, çağdaş gelişmelere uygun hazırlanan araç-gereç ve projelere bana necilik anlayışının egemen olması nedeniyle; bazı öz verili eğitimciler dışındaki büyük bölümü destek vermemişlerdir. Diğer değişle sistemin yapısı sistem içindekileri de olumsuz etkileyerek, eğitimin nitelik ve kalite yönünden düşüşüne zemin hazırlamıştır.

      Eğitim sisteminde kalitenin arttırılmasını amaçlayan ve bazı iyi niyetli akademisyenlerce hazırlanan çağdaş projeler, gerek çağdışı kalmış eğitim sisteminin gerekse  çalışanının da çalışmayanın da bir tutulduğu, hatta çalışmayanların ve suya sabuna dokunmayanların, siyasi düşüncelerini eğitime alet eden eğitimcilerin  ödüllendirildiği bu yapı içinde; salla başını al maaşını, bana neci  anlayışlar egemen olmuştur. Bu anlayışın ürünü  olarak, iyimser hazırlanmış  yararlı  projelere  bile  sıcak  bakılamamıştır.                         

      Ülkelerin kalkınmışlık düzeylerinin belirlenmesindeki unsurlardan biri olan ve çok önemsememiz gereken, Ön Eğitim ve Okul  Öncesi Eğitimde bile, Türk Dilimizi, doğru ve  güzel  konuşma  becerileri  yeterince kazandırıldığı için artık İngilizce (Yabancı Dille) öğretim  İlköğretim de bile yapılabilirdi. ( Ancak burada Yabancı Dil öğrenme yaşının küçük yaşlarda başladığı, etkili bir yabancı dil öğrenmenin öncelikli kendi dilini öğrenmesinden geçeceği, bu alanda  yeteneği olan öğrencilere erken yaşlarda öğretilmesi gerektiğinin, bilinen bir gerçeklik olduğudur. Ancak İlköğretimde Türkçe’yi Türk Dilini tam öğrenmeden bu dersin seçmeli öğretiminin yapılması daha uygun olacaktır. Yanlış anlaşılmaları önlemek için  bu açıklamayı yapmaya gereksinim duydum.)

 

          Hatta Yabancı Dil Öğretimine gereksinimiz bile yoktur..! Caddelere  çıkıp,  işyeri  tabelalarını, gençlerimizin  kendi  aralarındaki  konuşma ve takılmalarını  belirli bir süre gözlemlersek; ülkemizin yabancı  dil  eğitiminde  ne  kadar geliştiğini ve millet olarak yapımız gereği yabancı dillere karşı hep sempati duymamız sonucu,  ne derecede  kültür birikimine sahip olduğumuz  ortadadır. Caddelerde, sokaklarda  bir an için  kendinizi  Avrupa şehirlerinin  birinde  sanabilirsiniz!..

         Atatürk ‘ün  miras  bıraktığı  Türk  Dil  Kurumu  üyeleri  kendileriyle  ne  kadar  gurur   duysalar  yeridir ! Türk Dili  Edebiyatı  müfredat  programlarının  hazırlanmasında  ya da  Talim Terbiye Kurulunda  yetkiliniz  ya da yetkiniz mi yoktur ?  Şayet yoksa,  sözümü  geri  alıyorum.

        Oysa eğitim-öğretim alanında son yıllarda  çağdaş  yöntemler, projeler  uygulanmaya  başlamıştı . Ama  Türkiye’mizde   yaşayan    insanlar  ana   dilleri  ile   temel   kuralları   yazı   ve  sözle  tam  olarak ifade  etmeden,  ikinci  bir  dili  nasıl   öğrenecekti.  Bu  nasıl  bir  görüş  ve  mantıktı. Doğrusu  anlayamıyorum. Anlamak  bile  istemiyorum.  Buradan  sakın  ha  yabancı  dilin   önemine  inanmıyor.  Anlamı  çıkarılmasın,  yabancı  dil  öğrenilsin. Fakat  istekli  olan  öğrensin.  Ya  da  alanında  kendini  geliştirmek  isteyen,  kariyer yapmak, bilim adamı olmak isteyen  ya da  seçtiği  meslekle  ilişkili olanlar öğrensin. Diğer  değişle  ikinci, üçüncü  ya da  dördüncü  diller  istekli  olanların  öğrenimine  açık  olmalıdır.   Kısaca  hangi  yabancı  dil  olursa  olsun  belirli  koşullarda  zorunlu  olsa  bile, başlangıçta ve bazı alanlarda mutlaka  seçmeli  olmasında  yarar vardır.  Günümüzde düşündüğü  ve  yaşadığı ana  dilini  tam  anlamı  ile  sözlü  ve  yazılı   olarak  doğru  şekilde  kullanmadan,  yabancı  dil  öğrenimine  ağırlık  verilmeye  çalışılması  zaten bir  çelişkidir!..

       Tüm  bunların  sonucunda, ülkemizde  ana  dili  eğitimi  önemsenmeden yabancı  dil  eğitimi  verilmesi ,  yukarıda  sayılan  temel  öğretim  becerilerinden  yoksun    fakat  bir  o kadar yetersiz, bir yabancı dil  kültürü  zengini, lümpen bir  nesil yetiştirilmesini  sağlamıştı. Bu bir çelişkidir... Bununla  da  kalınmayarak, okul  yaşamından  başlanarak  hazırcı,  bedavacı   ve  kısa  sürede  köşe  dönmeciliği  kendine  amaç  edinen,  onlardan gurur  duyacağımız, diplomalı  işsizler  ordusundan  oluşan   yepyeni   bir  neslin  temelleri  atılmıştı.  Kutlamak lazımdır bu kişileri!.. Gurur duyulacak eserlerinden dolayı!..

        

                ‘Yeni  nesil  sizin  eseriniz  olacaktır. ‘

  

             Bu  gün  1984 –85  Eğitim –öğretim  yılının  soğuk  bir  kış  günü  eğitim  sistemimizdeki bu  olumsuzlukları  Bingöl  ilinde  görev  yaptığım  bir  dağ köyünde  (Güngören köyü)  havanın çok  soğuk  olması,  eğitim  sistemimizin  soğuk  ve  sevimsiz  yüzünü  tekrar düşüncelerimde canlandırıp  satırlarıma dökmeme  vesile oldu.  Atatürk’ün  hedef  gösterdiği   çağdaş-gelişmiş ülkeler  seviyesini  yakalayabilmemiz,  bu   koşullarda  hiçte mümkün görünmüyor ve hayal gibi geliyordu.  O  halde  ülkemizin  kalkınıp,  gelişmesi  müreffeh  ve  çağdaş   ülkeler  seviyesine  gelebilmesi  için tüm   bireylerin  her alanda nitelikli eğitilmesine gereksinim  bulunmaktaydı.  Bu  günün  eğitim  sisteminin   ise   bunu  karşılamaktan  çok  uzak olduğunu  düşündüm... düşündüm ... Eserime  ülkemizin bir  eğitim neferi  olarak, bu  notları  düşmeyi  görev saydım...

     

       Atatürk ‘ün  Genç  Cumhuriyetimizin  ilk  yıllarında  düşlediği  Eğitim  Sistemi  böyle mi  olacaktı ?  Sağ  olsunlar,  eğitimimizi  bu  hale  getirenler... Var  olsunlar  eğitimimize  gayri  milli hasıladan  yüksek  oranlarda  pay  ayıranlar ...

 

      Halen  uygulanmakta olan bu  eğitim dizgecinin ( sisteminin) gereği; sanki çocuklarımız  ve gençlerimiz  çok  iyi  eğitim  koşullarında,  çağdaş  yöntemlerle,  kaliteli  bir  eğitim  almışlar  gibi  düşünülüyordu.  Diğer  değişle  sanki  sınavsız  bir  eğitim  sisteminde öğrenciler   bireysel  farklılıkları dikkate  alınıp,  ilgi , yetenek ve  isteklerine  uygun  yönlendirme  ile  programlara  geçişlerin  düzenlendiği  okullarda,  öğrenci   merkezli   bir eğitim sistemi uygulamasında,  en iyi  ve  çağdaş  araç,  gereç, derslik, atölye, laboratuar vb.    eğitim  koşullarında  eşit  şekilde  yararlanarak  yetiştirilmişler  gibi  düşünülüyordu.  Üst  öğrenim  programına sınavla   geçiş  sistemi ile  yeterli  sayıdaki  kontenjanlara  öğrenci  yönlendirmek  için  bu  öğrenciler  arasından  en  iyi,  en  başarılı ve mükemmel yetiştirilmiş olan öğrencileri   belirlemek   amacı  ile  seçmeler  yapmayı  planlamışlardı. Yapılacak çeşitli sınavlarla Ortaöğretim ve Yükseköğretim  Programlarına  yönlendirilmeleri sağlanıyordu.

 

         Bu ülkemiz  Eğitim Tarihinde, eşitsizliklerle dolu, eleyiciliği  sağlayan,  insanlarımızı yaralayan;  sonu gelmez, sınav  maratonunun   başlangıcıydı!....

 

        Bilimsel  gerçeklikle ilgisi bulunmayan  eğitim sistemimizde  yalnız ağırlıklı başarı testi  veya öğrencilerin başarı durumu dikkate alınarak, ayrışan  ve  her  bakımdan  eşit eğitim almayan ya da eğitimde  değişik olanaklarda yararlanan  ve  daha da önemlisi bireysel  özellikler dikkate alınmadan,  uygun koşullar sağlanmadan  yetiştirilen; farklı, farklı liselerden mezun olarak, farklı eğitim olanaklarından yararlanarak yetişmiş;  daha  yetenekli, daha  zeki  ve  bunun  doğal  sonucu  daha  başarılı  öğrencilere, uygulanan ders  programlarının  özdeşi  programlar da, tüm öğrencilerin  yetiştirilmelerinin  beklenmesi  eğitimin doğasını aykırı bir uygulamadır. Sanki  bütün  bu  düzenlemeler  yetmezmiş  gibi, farklı, farklı  koşullarda yetiştirilen bütün bu öğrencilerin; aynı  bulvarda  yapılan  bir yarışta  ( Sınavlarla )  başarılı  olacağı  beklentisi içine giriliyordu.Sanki başarılı olanlar belirsizmiş gibi aralarından başarı göstereceklerin belirlenmesi sağlanıyordu. Böyle bir beklenti ve düzenleme  ütopya değil de nedir!..

 

       Sonucu  başlangıçtan belli olan bir şeyin, tekrar belirlenmeye  çalışılması hayal olduğu kadar, aldatmacadır !.. Uyutmacadır !.. 

 

          Bu  konuyu  bir örnek pekiştirmek istiyorum. Her  yaş  grubundaki çocuklarımıza,   100 metreyi  koşturup,  arasından  bu  yarışmanın  galiplerini  ve  mağluplarını  belirlemek  istiyoruz. Yarışa katılacak çocukların yaş, cinsiyet, fiziki özellikler ,yararlanılan olanaklar vb. tüm koşulları  benzer olan çocukların belirlenip, yapılan yarışla bunlar arasından en iyi koşanı belirlemek gerekiyor. Ancak biz,  öğle  bir  yol  seçiyoruz ki !..

          Bu  günkü eğitim sistemimiz yapı olarak,  bana  ünlü   yazar ve eğitimci Dolbearın            “ Hayvanlar  Aleminde  Eğitim  “  adlı   eserini  anımsattı.
        

       “Bileceğiniz gibi tufan öncesi çağlarda, Hayvanlar  Aleminde  bütün, köpeklerin,  aslanların,tavşanların, yılanların, kaplumbağaların, balıkların, kuşların vb. tüm hayvanların;   kısacası  sürüngenler,  uçan  hayvanlar, yüzen  hayvanlar, memeliler, tırmanıcılar vb. her  tür  hayvanın  bulunduğu  Geliştirme Okulu denilen  bir  okul vardı. Bu okulda verilen eğitim anlayışına göre en üstün hayvan :Her şeyi  aynı derecede iyi yapan hayvandı.  Eğer bir hayvanın bacakları kısa fakat kanatları güçlü ise bu hayvanın bütün çabasını ve dikkatini koşma üzerinde toplaması gerekiyordu. Bu nedenle, Ördeğe yüzmeyi bir tarafa bırakıp, paytak değil düzgün yürümeye zorladılar. Kartal koşma çalışmaları yapmak zorundaydı. Gerek kendi esenlikleri gerekse toplumun esenliği için fertlerin gelişmeleri birbirine benzer olmalıydı. Bu kurala uygun davranamayan hayvanların türlü yollarla şerefleri kırılıyor, küçük düşürülüyorlardı. Dar kafalı uçucular diye alay ediliyorlardı.  Önceden tespit edilen hızla koşamayan, yürüyemeyen, uçamayan, yüzemeyen, kemiremeyen, tırmanamayan hiçbir hayvan bu okuldan diploma alamıyordu. Kartal,  kemirgenler  kadar  kemirmeyi, yük  hayvanları  gibi  yük  taşımayı, balıklar gibi yüzmeyi,  aslan  kadar  pençesini  kullanmayı ,  tavşan gibi koşmayı  vb.  davranışları  kazanmak,  diğer  değişle   okulun  istediği   davranışları  en  iyi  şekilde  öğrenmek için  öğle  çaba harcıyordu ki. Geçen süreç içinde uçmaya süre ayıramadığı için uçma kasları tembelleşerek uçmayı unutmuştu. İstemediği ve yetersiz olduğu davranışları öğrenmek için gösterdiği tüm çabalara rağmen istenilen şekilde öğrenme bir yana öğlesine kötü muamele görüyordu ki başlangıçta okulu sevmemeye ve kaçmaya, daha sonra da okul fobisi yaşayarak,  dayanamayıp okulu bırakmak zorunda kalmıştı !..

     Bizim  mevcut  eğitim  sistemi de model olarak bu sistemi benimsemiş ve almış görülüyor. Hayvanlar Cumhuriyetinde ki eğitimden farklı, ayrıcalıklı ve üstün yönümüz ise sınav dediğimiz eleyici, insanları psikolojik yaralayan yönü ile öğrencileri üst eğitim programlarına yönelten yapısıdır. Ancak sınavların öğrencileri yarış atı konumuna getirerek maratona benzemesi öğrenci üzerinde olumlu etkiler kazandıracağı yerde öğrencide iz bırakan olumsuz etkiler yaratacağı hiç düşünülmemiştir.  Ancak sanırım bizi hayvanlardan ayıran farklı bir yönümüz var ya!.. Sanırım bu yönümüz hiç dikkate alınmadan  bizim eğitim sistemimizin düzenlenmiş!..

      Çünkü eğitim sistemimiz derinliğine irdelendiğinde, “ Hayvanlar Aleminde Eğitim “ den farklı bir yönü bulunmadığı gibi, Hayvanlar Aleminde, zarara  uğrayanların  hayvanlar  olması, bizim  eğitimimizde ise  canlıların  en  kutsalı  en  değerlisi  olan  insanlar, üstelik bizim  çocuklarımız, gençlerimiz, yarınlarımız ve geleceklerimiz  olmaları düşündürücüdür!..

       Deneyimli eğitimciler çok iyi bilirler. Bazı öğrenciler yetersiz olduğu alanlarda ilgili derslere ilgi göstermezler. Tüm çabalara rağmen belirli bir seviyenin üstüne çıkamadığı gibi sürekli başarısızlığa uğraması o derse ve öğretmenine karşı antipati geliştirmesini sağlar. O ders kendisine işkence gibi gelir ve kişiliğini de olumsuz etkiler.Bu nedenle öğrencilerimizin her alanda başarılı olmasını beklememeliyiz. Her öğrencinin güçlü, zayıf, çok zayıf ve çok güçlü yönleri  kısaca farklı bireysel özellikleri olduğunu unutmamalıyız ve eğitimde bu farklılıkları dikkate alarak zayıf yönleri  seviyelerine ve özelliklerine uygun geliştirmeye zorlamadan çalışırken, üstün yönlerinde  uzmanlaştırarak üretken ve verimli bireylere dönüşmelerine katkıda bulunmalıyız. 

       Bizim eğitim sisteminin düzenlemesinden, daha ağırlıklı uygulamasında; çocuklarımızın yaşlarına uygun fizyolojik, duyuşsal, sosyal, psiko-motor, psikolojik, bilişsel, kişisel vb.  özelliklerine, tıpkı hayvanlar alemindeki olduğu gibi  farklılıklara  kulaklarını  tıkayanlar...Yıllardan  beri uygulanan ve bir çok olumsuz sonuçları  ortaya çıkan, program  merkezli  eğitim sisteminde neden direniyorlar !..

      Belirlenmiş olan, aynı programlarda öğrencilerin bireysel özelliği ne olursa olsun başarılı    olmalarını çağdışı disiplin önlemleri ile gerçekleştirmeye çalışıyorlar !..

      Bireylerin eğitim sistemlerinin gereği, aldıkları eğitim biçimlerinin öğrenciler üzerindeki etkilerini psikolojik açıdan irdelediğimizde: Bireyler yaşamları süresince zorlamalar, baskılar,umutsuzluklar,düş kırıklıkları,motive olamama ve başaramama vb. olumsuzlukları yaşamışlar ise kısacası  olumsuzluk yaşam biçimine dönüşmüşse; bu yaşamlarında mutlu olmamalarına, sevgiye susamış olmalarına, kendilerinden ve her şeyden nefret etmeleri sonucunda; yaşamlarında sürekli nefreti, yıkıcılığı, yıkımı tercih etme durumunda bırakılmış olurlar. Bu birey yaşamda hep başarısız oluyorsa, yaşamı zorlanmalara ve acı içinde geçiyorsa, etkinliklere ,insani duygulara, üretkenliğe yönelemez. Güçsüzlükten kaynaklanan, kötülüyü, yok etmeyi ve şiddete seçecektir. Birey olarak üretkenliğin zıttı tüketen, iyiyi yok eden, ortadan kaldıran,   başkalarına zarar vermekten mutluluk duyan      ( Sadist) hatta kendi benliğine de ( Mazoşist )  zararlar veren sağlıksız bir kişiliğe sahip olacaktır.

    Bireyler sıcak ve sevgi dolu  bir ortamda ve koşullarda büyüyüp, yaşıyorlarsa; kendini seven, güven ve öz güveni gelişmiş, yaşamı sever, herkesi sever,kendisi kadar herkesin mutluluğunu ister. Bu insan kötülük düşünemez, bu insan kimseye zarar veremez, yıkıcılık, yok etmek, tutsaklık , alıkoymak ve tüketicilik  yerine; barışı , dostluğu, özgürlüğü, yaşamı, bağımsızlığı ve üretmeyi seçer.

    Kendine güveni ve öz güveni gelişmiş birey, yaşamında tüm insanlara güvenmeyi; sevgi ortamında büyüyen birey, kendini sevmeyi diğer insanları sevip, saymayı, onlara değer vermeyi; olumsuz koşulların, zorlanmaların, baskının, şiddetin, dayağın girdabında boğulmayan birey, kötümser, yıkıcı, hep başarısız olamaz, kötülük ve yıkım düşünemez. İnsanların ve kendinin her şeyin en iyisine layık olduğunu düşünür,üretir,paylaşır. Bu  birey üretken,verimli ve sağlıklı bir kişiliğe sahip olacaktır.

    Siyasi ve dini bazı liderler, tarih boyunca sağlıksız kişilikli insanların bu  psikolojik durumlarını bildikleri için hep onlardan yararlanmışlardır.Bazen olumsuz modeller olarak, bazen onlardan yararlanmak için bazı düşmanlarca tehdit ediliyoruz diyerek, laik  ve  sosyal  bir  hukuk  devleti  olarak  kalmasını,  tepkisel düşmanlıklar yaratırlar. Bilindiği gibi tepkisel şiddet durumu,bilinçsiz saldırganlık ve yıkıcılık yaratır.Sağlıksız kişiliğe sahip bireylerin duygularını etkileyerek,  başkalarının yaşamlarını, özgürlüklerini koruyamamaları sonucu, uğradıkları zorlanmalar, haksızlıklar, baskılar ve başarısızlıkların düş kırıklığı yaşamdan nefret etmelerine, kendi yaşamlarının da tehlikede olduğunu hissederek, kendilerini savunmak için yıkımı , terörü, savaşı ve ölümü seçmelerine zemin hazırlamış olurlar. Bu tepkisel şiddet davranışları birileri tarafından engellenmeye çalışıldığında, düşmanca tutum ve davranışlarda artış olur ve bu kişilere yönelir.

     Bizim eğitim sistemimiz, öğrencilerin bireysel ayrıcalıklarını dikkate almadan, belirlenen programlarda öğrencilerin ihtiyaçlarını ve isteklerini dikkate almadan, dersleri çağdaş araç-gereçlerden yararlanarak, öğrencileri güdüleme, istek yaratma ve motive etmeden yosun ve çağdışı öğretim yöntemlerini uygulayarak,baskı ile zorlama ile gerekirse sevgi yaptırımı yerine şiddet yaptırımlarına yer vererek, bilgiler işlerine yarasa da yaramasa da öğretilmeye çalışılmaktadır. 

      

       Bu çağdışı eğitim anlayışı ile yıllarca kendi belirledikleri programlarda,hedefledikleri davranışları, zorlamalarla, baskıcı yaklaşımlarla; öğrencileri ürkekleştirip, pasif kalmaya yönelterek; başarısız olmalarına, sürekli başarısızlıklar yaşaması sonucu başarısızlık kaygısını geliştirmesine neden olmuşlar, adeta  çalışkan bir ulusun fertlerin tembel olmaya teşvik etmişlerdir. Süreç içinde başarısızlığı kaderi gibi algılayıp, Öğrencinin dersten, öğretmenin den hatta okuldan soğumasına yol açan; girişimcilik,  değerlilik, güven, özgüven, sağlıklı benlik gibi kişisel özelliklerini  zayıflatan, öğretmenle yüz göz  olarak, ona karşı sevgi  ve saygısını azaltan; daha da önemlisi toplumun üretken bir ferdi olmanın gerektirdiği, bedensel, bilişsel  ve duygusal  yönlerden sağlıklı, kişilik sahibi, hür ve bilimsel düşünebilen,  geniş bir dünya görüşüne sahip, laik, insan haklarına saygılı, Atatürk ilke ve inkılaplarını  benimseyen ,topluma karşı sorumluluğu gelişmiş, düşünen, araştıran, soran, sorgulayan, eleştiren, yorumlayan, yapıcı, yaratıcı, paylaşımcı, çağdaş, kendini savunup, kendi kendisi olabilen, iyi bir insan, iyi bir vatandaş; kısaca topluma yararlı ,verimli ve üretken  bireyler olarak yetişmesini  sağlamaktan çok uzak olan bu eğitim anlayışı hep egemen kılınmıştır.     ( Mevcut eğitim sisteminin yapısı ve düzenlenişi, Milli Eğitimimizin belirlenen amaç ve  hedeflerini, gerçekleştirmeden  yoksun ve uzaktır.)

      Bunun gibi bir çok olumsuzlukların yaşandığı tüm eğitimcilerce bilinmesine, önerilerde bulunulmasına rağmen,  bu sistemde  direnmek !  Bir takıntı  değil  de  nedir...

       Yine   bugün  Üniversite  Sınavlarındaki  durumu  anımsarsak,  çeşnisi  hiç  bir  ülkeye  nasip  olmayan  bol çeşitteki   liselerimizden  mezun  olan  öğrencilerimiz ,  farklı  özelliklere  sahip  olmalarına,  farklı  koşullarda  yetiştirilmelerine  rağmen; eşitlik adına !  Yönelecekleri   programlardaki  kontenjanlar ile  lise  mezunları  sayısının  fazla  olmasından  dolayı , eleyicilik adına tüm  lise  mezunları aynı sınav maratonunda koşturularak , yükseköğretime  geçişleri  düzenlenmiştir.  Sanki  başka  bir  çözüm  yolu yok gibi... Sanki  herkes  mutlaka  doktor, öğretmen, hukukçu, mühendis  vb.  mesleklerin  mensubu  olacaklar.... Türkiye’de  bu  meslekler  dışında  diğer  mesleklerdeki  insanlara  ihtiyacımız  yoktur.  Ya  da  öğle  mesleklerin  lisans  programlarından  çok  sayıda  mezun  olan  bu  kişilerin  işi  hazır  ya !..

 

         Sizlerde  biliyorsunuz ! Hatta  bilinçli olarak yapıyorsunuz! Sizlerin yıllardır ülkemiz  üzerinde  planlayıp, uyguladığınız  oyun  bu !  Oyun !..

   

        Eğitime yıllarını vererek,üretken olma, bir işe yarama, kendi işini kurma, kendince istediği gibi yaşama vb. insani  hayallerle, hedefini belirleyip yıllarca eğitim gören ve sonuçta tüm hayalleri gerçekleşmediği gibi bir bölümünü de gerçekleştirme olanağı tanınmayarak, sokağa atılıp işsizler ordusuna katılan,yıllarca kişiliğinden, onurundan ve ülke sevgisi ve çıkarlarından ödün vermeyen, ancak adı enayiye çıkan ve açlıktan ağzı kokan bu gençler ne işe yararlar !..

       Lise ve Fakültelerden mezun olarak, boşta kalan Diplomalı  İşsizlere, Asgari ücretle çalıştırılacak kişilere, Terörist örgüt elamanlarına, Bozuk düzenden yararlanarak beyinleri yıkanacak bölücülere ve  kolaylıkla satın alınacak maşalara da ülkemizde  ihtiyaç  var... Hedef budur !  Bu  ihtiyaçlar  sürekli  yaratılmalıdır !..

      Ama  bu kötü  planlarınız ve  emelleriniz kendi ülkenizin  çocukları  üzerinde mi gerçekleştirilmeliydi ? Hedefiniz  onlar mı  olmalıydı ?   Eğitimin   temel   amaçlarından   biri  topluma  yararlı  bireyler  yetiştirmek, değil  midir ?  Toplumun ihtiyaçlarına uygun insanlar yetiştirmek,yerine kendi çıkarlarına uygun insanlar yetiştirmek. Eğitimde yapılan bu olumsuzlukların, bazı ülkelerin  soğuk ya da sıcak harp  dönemlerinde uygulamalarını gördüğümüz; sözüm  onlara insanlık için, ülke için diyerek, bazı  kötü emellerini ve komplekslerini tatmin etmek isteyen kan içici, insanlık düşmanı diktatörlerce  yapıldığını  bilmiyor musunuz ? Bu ve benzeri durumlar,  insan  haklarının ihlali  değil midir.? İnsanlarımızın çocukluklarından beri özlemlerini gerçekleştirme hayallerini ve hedeflerini yok edenler mi yoksa gençlerimizi bu hale getirenler mi asıl suçlulardır. Ben yine de tüm yapılanları, bilinçsizce ve düşünülmeden yapılmış masumane bir davranış kabul ederek;  iyimser düşünmeye  çalışıyorum...Bu önemli ve can alıcı konularda bu kadar da iyimserlik sizce yararlı mı? .....

       Bu  farklı, farklı yapılanmış okullarda eğitim-öğretim gören öğrencileri,aynı sınavla ya da yalnız derslerdeki akademik başarı durumunu dikkate alıp, yöneltmek; yetiştirmeye çalışmak doğru  bir davranış mıdır?  İnsan olmanın etik kurallarına uygun mudur ? Eğitim Kurumlarında, yetiştirilen bu öğrencilerin arasındaki  farklılıklar  her ne hikmetse  gözden  kaçırılıyor  ya  da bilindiği  halde ,  eleyicilik   denilen  bu  kolaycı  yaklaşımlar   seçiliyordu. Ama acaba  bilinçli mi yapılıyor? Sorusu, ülkemizin çıkarları dikkate alındığında,  tüm  iyimser bakış  açıma  rağmen  zihnimi  meşgul  etmeye  devam  ediyor. Çünkü  bu  ülke  bizim  ülkemiz, bu çocuklar  bizim  çocuklarımız !..

     Gelenekçi klasik eğitim sistemlerinde, öğrencilerin ihtiyaçlarına,ilgi ve yeteneklerine uygun olmayan, isteklerine göre yönelmedikleri programları ya da almadıkları dersleri; zorunlu olarak almaları ve başarılı olmaları beklentisi içinde olmanın ya da baskı ile zorlama ve dayakla verilen eğitimin bir fazilet olmadığı Atatürk ‘ün Cumhuriyet’ in kuruluş yıllarda belirtmesine rağmen; yeni eğitim anlayışlarına direnmenin, eskiyi, köhnemişi devam ettirmenin, mantığını bir türlü anlayamıyorum...            

 

     Atatürk 1924 ‘de dayak ve klasik eğitimcilikle ilgili olarak,

 

   “Korkutma esasına dayanan ahlak, bir  fazilet  olmadıkça  başka  itimat da şayan değildir.“  demiştir.

 

        Ülkemizde bugünkü  eğitim sisteminin  sonucu yaşanan  gerçekleri ve sonuçları  düşününce tercihimiz nasıl bir eğitim dizgesinden yana olmalıdır...

        Dünyadaki tüm eğitimcilerin  kabul  ettiği,   değişmez  bir  gerçek  vardır. Her  bireyin  doğuştan  getirdiği farklı bir potansiyeli  vardır. Her  bireyde  farklı  olan  bu  potansiyel  güce  kabiliyet diyoruz. Kabiliyetler  çevresel   faktörlerle   şekillenir.  Yani  bilgiden  yararlanma  gücü  ile  orantılı  yeniden  şekillenerek,  yetenekleri  oluşturur . İkinci   farklılık zihinsel -  bilişseldir.  ( l Q  de  denilen  zeka )  ilgi, değer, duygu mizaç ve kişilik vb. bir çok farklılıklar bireyden bireye değişir. İşte her bireyde farklı, farklı olan bu özelliklere bireysel farklılıklar diyoruz. Bu farklılıklar her bireyde  farklı  oranlarda  değişiklikler  gösterir. Bireyler, kendi koşullarına uygun alanlara yönlendirildiklerinde; hem istekli olurlar. Hem çaba göstererek, başarı  kazanırlar. Tersi  ise  başarısızlık meydana getirir. Ben eğitimimizin bu durumunu  “ Hayvanlar Aleminde  Eğitim “   benzetmesi ile vurgulamaya çalıştım. Eğitim sistemimizin  bu bireysel  özellikler  dikkate alacak  şekilde  düzenlenmediği   yetmiyormuş  gibi, çocuklarımız,gençlerimiz ve onlarla birlikte aynı stresi yaşayan anne-babalar  bir  de  sınav  maratonunu  gerçeği  ile  karşı  karşıya  bırakılmaktadırlar.  Yani  aşağıda örnek vereceğim,  100  metrelik  koşu  benzetmesinde olduğu gibi, Çağdışı bir eğitim alan   çocuklarımıza,  eleyicilik  dediğimiz  sınav  maratonu  ile  neyi  ne  kadar  öğrendikleri  ölçülmeye   çalışılarak,  ikinci  bir  bunalım  ve  kaos  yaşatılmaları sağlanarak hayatları onlara zehir edilmektedir..

       Ben  sınava  alınan   öğrencilerimizle  ilgili ikinci bir  benzetme daha yapmak  istiyorum.  Eğitim  sistemimizdeki, Meslek  Lisesi  mezunları  henüz  yeni  emekleyen  bebekler!  Genel  Lise  mezunları  iki  yaşlarında  düşmeden  yürüyebilen  çocuklar !  Anadolu  Liseleri  yedi  yaşında   hızlı   koşabilen  çocuklar !  Fen  Lisesi  öğrencileri  ise  on  sekiz  yaşında   koşu  eğitimi  almış  delikanlılar !

      Tüm  bu  farlı  özelliklere  sahip  olan  bireyleri,  yüz  metreyi  koşturup  galipleri  ve  mağlupları  belirlemek  istiyoruz. Tıpkı  Hayvanlar  Aleminde Eğitimde olduğu gibi, Kartala balıklar gibi yüzmeyi öğretirken, kemirgenler gibi kemirmeye zorlarken, kartal  fizyolojik ve   psikolojik  zararlar  almakla  kalmamış,  bir  süre  sonra  çok  iyi  bildiği  uçmayı  bile  unutmuştu.  Bizim eğitim sistemimizin  üstün tarafı, çocuklarımızın aldıkları  eğitim sonunda, yapılan sınavla, mağlupların  ve  galiplerin  belli  olduğu  bir yarışa alınmalarıdır. Bu yarış öncesi süreçte neyi ne kadar  kaybettiklerinin ne önemi  var ki !..         

       
        Düşünüyorum,  düşünüyorum  ;  bu  sistemin  yararını   anlayamıyorum...


      
Ama biraz farklı düşünüldüğünde, dershaneler gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Sınavlar sonucu  elenen  bu  öğrencilerin  büyük  bölümü  dershanelere  yıllarca  yatırım  yaparak, üniversitelere girme  çabalarına giriştiler. Sınav  Stresi ve  kaygısı  yaşayan, sonuçta  Depresyona giren; kendine  güveni ve özgüveni  sarsılmış, merak güdüsü ve girişimciyi engellenmiş  sağlıksız  bir  neslin  temellerinin  atılması  da  en  büyük  kazançlarımız  olmuştur.  Sınavı  kazanamayanların  yıllarca  yaptığı  maddi  masraf  bir tarafa,  çocukluğunu yaşamadan , ergenliğini yaşamadan, belirlenen programlarda başarılı olmak için hep  çaba  gösterdiği halde hedeflenen, beklenen ve istenen hedefi yakalayamayan bu bireylerin;  o kayıp yıllarını  geri getirmek olası mı ? Bu  yaştan sonra  topluma  nasıl  kazandırılacağı, yararlı   bireyler  olarak mı ? Zararlı  bireyler  olarak mı ? Hiç düşündünüz mü ?  Takdir  hakkı, siz değerli  okuyucularımın...

           Kendimce, bu sınav sisteminde,  olumsuzlukların  çıkması   sanki   bilinçli  olarak  düzenlenmişti. Çünkü  düşünüldüğünde, sistemdeki bu çarpıklık sürekli  siyasi   düzenle melere  zemin  hazırlamıştı.  Bu  kaçınılmazdı...

        Bu  aşamada  sınavlarda  dönen  oyunları  o yılların  gençliği  çok  iyi  bilir.  Meslek  Liselerine  yönelen  öğrencilere  sözüm  onlara  eşitliği  sağlamak  için  ek  puanlar  verilerek; yüksek  öğretime  geçişleri  daha  sonra da  bunlar  üniversite  mezunu  ihtiyaç  olan  her  kurum da  bunları  istihdam  edelim  anlayışı  kasıtlı  ve  bilinçli olarak  egemen  olmuştur. Oysa ülkemizin ihtiyaçlarına ve istihdam oranına göre program ve kontenjanların oluşturulması çok zor bir iş midir ?

         Bu fırsattan yararlanan bazı Meslek Liselerine, İmam ve Hatip olmak üzere  adım  atan  gençler  üniversitelere  rahatlıkla  yöneldiler. İmam  ve  Hatip olmak, bu  alanda  yüksek öğretim  tamamlamak  adına; bu  meslekler  dışında  her  mesleğin  mensubu  olan  kişilere  dönüşüp;  siyasi  hükümetlerce  atanmaya  başladılar .

        Burada bir yanlış anlaşılmayı önlemek için bir açıklama yapmaya gereksinim duydum. Yukarıda çarpık eğitim sisteminin bir sonucu olarak karşımıza çıkan ve bu çarpık ve bozuk sistemin olanaklarından yararlanmak dışında hiçbir kötü niyeti olmadığı gibi hiçbir suçu olmadan bu liselerimize yönelen çocuklarımızı suçlamak istemiyorum. Ancak o yılların bir gerçekliği sonucu bu duruma getirilen liselerimizden biri; İmam Hatip Liseleri olduğu için bu liseden örnek verilmiştir. İleride daha sonraki yıllarda, sınırlı lisans programı dışında yükseköğretime geçişleri sağlanamayan Meslek ve Mesleki Teknik Liselerin, ek puanlardaki düzenlemeler ve aldıkları eğitim koşullarının yetersizliğine rağmen aynı sınav maratonunda lisans programlarını göğüsleme çabası içine girerek yıllarca çaba gösteren genel liselerimizin; aynı pastadan pay almak için yaşadıkları olumsuzluklar ve yaşadığı sorunlar gündeme getirilecektir. Bu liselerimizden mezun olup iş bulamayan ya da alanı ile ilgili yükseköğretime (İlahiyat Fakültesi, Eğitim Fakültesi Din-Bilgisi Öğretmenliği gibi)  sınavsız geçişleri düzenlenmeyen ya da lisede yöneldiği programla ilgili dikey geçişi düzenlenmeyen öğrenciler, siyasi iktidarlarca çözüm bulma adına yanlış yönlendirilip, bu liselere yönelişi cazibe merkezi haline getirmişlerdir.

        Daha sonraki yıllarda ülkemizde ihtiyaç bulunmayan yükseköğretim programlarının kontenjanlarını sınırlamak ya da yeni ihtiyaç duyulan programların oluşturulmaması sonucu, Türkiye ihtiyaçlarının üzerinde mezun veren bu  programlar yıllar geçtikçe bir çok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bunun sorumlusu bilineceği gibi, hiçbir zaman bu okullarımızdan ya da programlardan mezun olan öğrencilerimiz değildir.Öğrencilerimizi bu hale getirerek mevcut bozuk eğitim sisteminde ısrarla direnenler ve bundan çıkar sağlayan kişiler tek sorumlularıdır....

         Çağdaş eğitim sistemlerinde mesleki ve mesleki-teknik eğitime yönelecek olan öğrencilerimiz, bu  genel öğrenci sayısının en az % 50-60 ‘ını oluşturmalıdır. Alanı ile ilişkili Yükseköğretim Programlarına sınavsız geçişlerine olanak tanınmalıdır. (İlerde ayrıntılı  değineceğim bu konuda,  kısaca  alanı ile ilgili yalnız  ön lisans programlarına değil, lisans programlarına, hatta  mevcut lisans programları ile yetinmeyerek alanları ile ilişkili lisans programlarının kapsamı genişletilerek sınavsız geçişleri, alan ortalamaları dikkate alınarak durumlarının uyduğu eğitim komplekslerine geçişleri düzenlenmelidir.)          

       Bu çağdaş düzenlemelerin geleceğimiz ve ülkemizin kalkınmasındaki önemini görmüyorlar m? Ya da bu konuda görüşler bildirenleri, yapılan araştırmaları ve yazılan eserleri bilmiyorlar mı ? Hepsi biliniyordu. Ancak böyle bir düzenleme yapıldığı takdirde, mevcut iktidar sahipleri, sıkıştıklarında kendi siyasi emellerini gerçekleştirmek için kendilerini  yakmadan kullanabilecekleri, hedeflerini gerçekleştirecekleri maşaları nereden bulacaklardı. Dışardan ithal edecek değillerdi ya ! Bu kesimlere  sürekli   gereksinim duyacak zemini ve koşulları oluşturmaları kendi yaşamlarını sürdürmeleri, kendi iktidarlarını kurmaları için  olmazsa olmaz bir zorunluluktu.....

      Geçmişte eğitimimizle ilgili   Siyasi  Eğitim  Politikaları hep böyle  belirlendi.  Her  siyasi  dönemde  kendilerine  ihtiyaç  duyulacak,  gerektiğin de  onlardan  yararlanılabilecek, manevi gönüllü destek güçler dışında , kendilerine bağımlı olanların sayısına güç katıcı çok sayıda çıkarla  bağımlı  kesimler ( Maşalar ya da Piyonlar ) için mevcut koşullar  oluşturulmuştu.

         Bu  konuya  daha  fazla girerek siyaset  yapma, kişilik  haklarına  dokunma  endişesini  taşıdığımdan  biraz  daha değinerek  sonlandırmayı  uygun  görüyorum. Bu iktidar olma heveslilerinin, onlardan istedikleri gibi  yararlanacakları, destekçi bir grubu arkalarında bularak istedikleri gibi at oynatacakları ve kendilerinin kirli emellerini gerçekleştirmek için adım atıp, sonra özledikleri iktidara taşıyacak her kademeden kendilerine sadık adamları, kulları, köleleri artık vardı. Ancak  bu sayı yetersizdi. Çünkü kendi  uygulamalarına  karşı çıkan aydın ve Atatürkçü  kesimler, güçlükler çıkarmaya  başlamışlardı. Bu kişiler kölelerini uyandırabilirlerdi !  Bu  duruma  çözüm  bulunmalıydı!..

Legal ya da illegal da olsa!..

        Körü  körüne  her  istediklerini  yapan yandaşlarını,  kendi  siyasal  kadrolarını  ve   kendileri ile sürekli  çıkar ilişkisi ve bağı içinde bulunabilecek ve bunun karşılığında diyet borcunu her hangi bir şekilde ödeyebilecek kişilerin sayısının arttırılması bir politika haline getirilmeliydi....

  

     Çünkü sorunlar ancak  kendi  siyasi  kadrolarının  oluşması  ile  çözümlenebilirdi. Gerek örgüt  militanları,  bölücü   ve  yıkıcılar, etnik kökenliler, aşırı milliyetçi ve şoven unsurlar,  gerekse  düzeni  değiştirme  heveslisi yobaz ve şeriatçılara her kapı ardına  kadar  açılmaya   başlandı.  Her  türlü  eğitim  olanakları  onların  hizmetine  sunulup,  yandaşlarının  sayıları  arttırıldı.  Ancak   bazı   dürüst  kalmış, vatanperver,  demokrat  ve  ilerici ve Atatürkçü eğitimciler  ve  öğretim  görevlileri ,  onlara  ayak  bağı  oluyorlardı.  Bu  engelleri  de  ortadan  kaldırıp, kadrolaşıp,  yalnız   kendi  yandaşlarının   her  zaman  Yüksek  Lisans, Doktora   vb.  yapmalarına   kolaylık   sağlanarak;   Bilimin   beşiği   ve  merkezi   olması  gereken   üniversitelerimizde   öğretim   A  ve  B  siyasi  görüşlerinin  üyeleri  olmanın  avantajlı ya da çekişmeli yolu  açılıyordu.  Bu   siyasi   kadrolaşma  ile  ülkemiz   koşullarında    yeni  bir  çağ   başlıyordu. Geçmişteki sağ ya da sol yapılanmalar yerini farklı yapılanmalara bırakmıştı. ‘  Türkiye’ de  Çağ   Atlanıyordu.’    Ancak ülkemiz çıkarları göz önüne alındığında;  ileri  mi,  geri  mi  takdir  okuyucularımın...

 

          Bu trajedi! Bu acı ve bir o kadar utanç  dolu  komedi  dramlar !  Yakın çağımızda   Atatürk ‘ün  tertemiz emanet  ettiği  ülkemizde  oynandı. Bizim  kuşaklar  çok  iyi  bilirler...

       

          Çünkü bu oyunlar  yakın  geçmişte,  hatta   defalarca ;  geçmişin  çocukları, gençleri ve bu günün yetişkini üzerinde oynandı!..   Oynandı !..  Her  zaman  oynanacaktır...

 

   Oysa biz bu  oyunları,senaryoları ve filmleri daha öncede izlemiştik.Hatta üniversitelerdeki yapılanmalar gereği  rol alıp, yaşamış  bir  çok  sıkıntılar  çekmiştik. Demek ki geçmişten hiç dersler  çıkaramamışız...

 

     Bu konu ile ilgili bir anımı anlatarak sonlandırmayı düşünürken, ülkemizin siyasi tarihinde önemli roller oynayan büyük bir devlet adamının bir sözünü de anımsatmak istiyorum.          “ Dört ayda kavun,karpuz yetişmez ancak öğretmen yetiştiriyorlar.”  Her siyasi hükümet iktidara gelişinde, kendi siyasi görüşleri doğrultusunda olan gençleri yıllarca maşa olarak kullanmayı alışkanlıklara dönüştürdükleri için her hükümet oluşlarında hiç okula devam edemeyen ya da bir süre devam etmiş ve ayrılmış yandaşlarını  “ Hızlandırılmış Sistemle”  Eğitim Enstitülerinden mezun ederek öğretmen olarak atarken, kendi görüşlerine uymayanları okullara bile almadılar. Bu yolla siyasi kutuplaşmalara zemin atılmış oldu. Artık her siyasi iktidar aynı oyunu tekrar, tekrar sahneye koyarak oynar olmuştu.

          

   Eğitim sistemimizde hep bu oyunlar oynanmıştı!..  Oynanıyordu!... Oynanmalı mı !....

 

         Rahmetli Turgut Özal’ın ilk hükümet olduğu yılların sonlarına doğru yaşadığım bir olayı okuyucularıma aktararak, bir çok eğitimcinin anılarını tazelemeyi düşünüyorum.  Gaziantep ilinin merkezi liselerinden birinde rehber öğretmen olarak görev yapıyordum. MEB.’ ca Özel Eğitim Müfettiş Yardımcılığı sınavı açılmıştı. İhtiyaç olarak 15 kadro ihdas edilmişti. O yıllardan birkaç yıl önce bu görevlere Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi mezunu olduğum için sınavsız da atanabiliyorduk. Ancak ben düşünmüyordum. Arkadaşlarımın ısrarı ile koşullarım uyduğu için müracaatta bulundum. Ankara da yapılan sınava, 60-70 kişilik iki şubede emsallerimle birlikte girdim. Sınav sonuçları açıklandığında benimde ismimin bulunduğu 12 aday sınavı kazanmıştık. Bilahare Ankara’ya tekrar mülakata çağrıldım. Eğitimimizde siyasetin egemen olduğunu bildiğim için mülakata gitmek istemedim. Ancak il Milli Eğitimdeki bazı yönetici, müfettiş ve mesai arkadaşlarımın “ 15 kadro açılmış 12 kişi kazanmışsınız. Kesinlikle hepinizi almak zorundalar “ ikna etmeleri sonucu mülakata gittim.

         O yıllarda MEB. ‘ nın özel bir konumu gereği mesaiye resmi olarak 12.00 da ara verilmesine rağmen,  iş takibi için 11.20-1130 saatleri ile 12.00 saatleri arasında bakanlığı gitseniz bile yöneticilerin tamamı bulunmadığı, bazı şef ve memurların da yöneticilere yaranmak için namaz kılmaya gittiği için bakanlıkta iş yaptırmanız olası değildi. Bu nedenle o dönemde bakanlığa “ Takunyacılar Grubu”  egemendi.

        O gün moralim çok iyiydi. Mülakat odasından ismim çağrılmış ve bana bir zarf uzatılmıştı. Odaya girdim.Girişteki masaya oturmam ve zarfı açmam söylendi.Zarfı açtım ve okumaya başladım. “ Aşağıdaki dört sorudan istediğiniz üçünü cevaplamanız istenmektedir.” yazıyordu. İlk üç soruyu okuyunca ,alanımla ilgili bildiğim sorular olması nedeni ile moralim daha da arttı. Ancak dördüncü soruyu  “ Turgut Özal ile ilgili bildikleriniz. “ okuyunca tekrar moralim bozuldu. Ama istediğiniz üç soruyu cevaplayın diyorlar, bende dördüncü soruyu cevaplamam diye düşündüm.Tüm bunlar olurken komisyonun karşısındaki bir adaya, sorulan ilginç sorular daha çok ilgimi çekmişti. “ Adın, soyadın! Nerelisin,hangi okul mezunusun...Tamam gidebilirsin.”  İsmimin çağrıldığını duydum. Hemen sorulara geçilmişti. Sırayla sorular soruluyor, ben anlatıyor,anlatıyordum. Her soruda yeter, deniliyor diğer soruya geçiliyordu. Sorular bitmişti ve içimden bir oh ! Çekmiştim ki komisyon üyelerinden sert bir ses “ Dördüncü  soruyu  cevaplamayacak  mısın ? ”  İstediğiniz üç soruyu cevaplamam istenmişti, cevapladım. Ancak yine de bilgi vereyim “ Malatya da doğdu, Başbakanlık Müsteşarlığı yaptı, Ana Vatan Partisi başkanı ve başbakandır.” dedim. Komisyondan oldukça tiz bir ses, “ Bu konuda başka söyleyeceklerin yok mu ? ”  Ben,  bu  kadarını  biliyorum dedim.

        Herkesçe bilindiği gibi, Mülakatın asıl amacının siyasi görüşlerine uygun kişileri belirlemek ya da kazananlar önceden belirlenmiş ancak  her şeyin formaliteden ibaret olduğu eleyici yapıya bir defa daha tanık olmuş ve bu sorulardan sonra kaybettiğimi anlamıştım....

       Bir işe başladığımda mutlaka sonlandırmayı, konuyu önce derinliğine araştırmayı, sorgulamayı, hak aramayı, yasal çözümler üretmeyi alışkanlığa dönüştürmüş bir kişi olarak; Milli Eğitim Bakanlığımızdaki bu siyasi yapı benim elimi kolumu bağlayarak, ilk defa pes edip geri çekilmeme neden  olmuştu. Sonuçlar açıklandığında kaybetmiştim. Kimi kime şikayet edecektim !..

       Ancak yine de peşini bırakmayarak araştırdım. Benim gibi 3 kişi daha kaybetmişti. 12 kişilik kadroya, kazananlar dışında, Eğitim Enstitüsü mezunu ya da siyasi görüşleri doğrultusunda “Hızlandırılmış Sistem“ mezunları alınarak, Gazi Eğitim Fakültesi’nde 6 aylık kurslara alınarak, Eğitim Bilimleri alanında bilgilendirilerek, atanmışlardı. Bu alanda 4 yıl eğitim almanın ve alanda deneyimli olmanın ne önemi vardı ki !..... 

      Bununla da kalınmayarak, yakın gelecekte düzenin olumsuzluklarından, siyasilerin beceriksizliği, bazı kurumların yanlış uygulamaları sonucu onlara duyulan güvensizlikten; yararlanarak bu konuları kendi emellerini gerçekleştirmede malzeme yaparak, bu çarpık düzene karşı çıkan kesimlerin, ortak paydalarını kullanarak “Sizi ezilmekten, sizi işsizlikten, sizi yoksulluktan  bizler kurtaracağız ” söylemleriyle... Hatta inanç, dil, ırk,giyim vb. farklılıkları, radikalliği ve muhafazakarlığı kullanarak, istismar ederek; Kırılası o dilleri ile yüce ve eşsiz insan Atatürk’e dil uzatma cesaretini gösteren bu insanlar. Atatürk’ün ülkemiz ne durumda ve koşullarda iken bu hale getirdiğini unutarak, O  olmasaydı. Kimlerin torunları olacaklarını ve ne koşullarda olacaklarını unutmuş ya da hiç düşünmemiş görünüyorlar!..

         Bu kişilerin süreç içinde,  Atatürk’ün getirdiği çağdaş, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan  Cumhuriyet Yönetimini ortadan kaldırmak ve özlemleri olan yönetim şeklini getirmek için daha ilerilere gidebilecekleri,  bu özlemlerine kavuşmak için her türlü yolu  fırsat bulduklarında kullanacakları  hiçbir  zaman unutulmamalıdır!..

 

         İşe Cumhuriyet öncesi kurum ve kuruluşları tekrar hortlatarak başlayabilirler. Bu yolla illegal olan altyapılarını yasallaştırarak, kendi görüşlerine uygun insanların sayısını arttırıp, kadrolarını kurarak; iyi ve dürüst maskelerini kullanarak, sempatizanlarının ve kendilerini meşru zeminlerde destekleyeceklerin sayısını arttırarak ve demokratik yollarla iktidara sahip olmak  ya da ülkemizi bölme  istemi ile tarih sahnesine çıkmayı düşünenler olabilir. Demokratik kurallara saygılı olmalıyız. Ancak tedbiri elden bırakmadan onların bu kötü  emellerini gerçekleştirmelerine yasal zeminler dışında asla ve asla izin vermemeliyiz. Bu amaçla her şeyin başı ve her konuda temel olan eğitimimizde yapılacak düzenlemelere Atatürkçü Gençler olarak “ Gençliğe Hitabe “ sini bir kez daha anımsayarak, bu ileri görüşlü ve çok yönlü önderimiz gibi mücadele vermek, çağdaş düzenlemeleri gerçekleştirmek ve Atatürkçü düşünceden taviz vermemek, bize emanet ettiği Türkiye toprakları  üzerinde yaşayan  her  bireyin, Türk Milletin bir ferdi olarak  görevidir...

       Ülkemizin geleceği konusunda her zaman oynanan, oynanmaya devam edilecek bu oyunların ileride, iş işten geçtiğinde üstesinden gelemeyebiliriz. Bu nedenle, tekrar Silahlı Kuvvetlerimize iş düşürmeden, O saygın Kuruma gölge düşürmeden;  bu tür oyunlara sessiz kalmamız ve mücadele edebilmemiz için en kısa sürede yazdığım, “Çağdaş ve Demokratik Eğitim Sistemine “  Başlangıçta, belirtilen temel  ilkeler, olmazsa olmaz bir koşulla yer alarak ; geçilmeli  ve  yeni  nesil  bu  sisteme  uygun  yetiştirilmelidir.

        Aynı oyunun devamı  bir süre sonra ilköğretim ve ortaöğretimde  oynandı. Ancak  o  yıllarda  öğrenci sayısının  azlığı , kırsal  yörede  yaşayan  büyük  halk  kesiminin, çocuklarını  ortaöğretime  yollayamaması   ve ülkemizde tarım  toplumuna  ihtiyaç   bulunması; eğitim   sistemlerinde  bugünkü  gibi sorunlar çıkmasını önlediği  için onlara  avantajlar sağlamıştı. O yıllarda,  günümüzde  ortaöğretime  yönelen  öğrenci  sayısı  ile  Yüksek öğretim  Programları arasında  bu  kadar  derin  uçurum  ve  istihdam sorunlarının   bulunmaması  nedeniyle,  bu  günkü  kadar  ağırlıklı  sorunlar  yaşanmamıştı...                                                                                        

  Yine o yıllarda  arz, talep  dengesini  yapay olarak karşılıyordu. Lise mezunu  olan  gençler  lise  mezunu  olmanın   avantajlarını  kullanarak   hemen  hayata  atılıyorlardı.  (Devlet  memurluğu, özel   bankalarda  memurluk,  öğretmenlik,  sağlık  memurluğu, hemşirelik,  polislik,  astsubaylık   vb.  bir  çok  meslek,  lise mezunu   olan  kişilerden   istihdam  ediyordu.)  Yüksek  öğretim  yapmak  isteyen  öğrenci  sayısının  azlığı  ya da    bir sonraki yıl hedeflediği  programa, biraz daha çalışıp, sınavı kazanarak;üniversitelere  geçişini  kolaylaştırılıyordu. Kısaca, arz talebi, o  günkü   koşulların  gereği   karşılıyordu.

       Oysa  günümüzde  üniversite  kontenjanları  ile    öğrencilerin   büyük  bölümünü  oluşturan  genel  liseler, not  ortalaması  ve  sınavla  seçilip  alınan  liselerden  mezun  olan  öğrenci sayısı  arasında  çok  korkunç  bir  uçurum  yani  dengesizlik  bulunmakta;  bu  çarpık yapının  eleyiciliği  zorunlu hale getirmekle,çözümleneceği,yanılgısından,kaynaklanmaktadır.                                          

                 Bu gerçeklik sonucu  ülkemizde, öncelikli olarak eğitimde  söz sahibi olması gereken  kesimlerin   başında  gelen  öğrenciler  en  büyük  sıkıntıları  çekmişlerdir...

     

        Öğrencilerin,  yönlendirildiği programlarla ilgili bilgiye ulaşırken;

 

      Yıllarca  bu  sorunların  çözümü  için  bir  takım  önlemler  alınmaya   kalkışılmış bazı  çabalar  gösterilmeye çalışılmışsa da her  defasında  siyasi  engellerle  karşılaşılmış  ve  bu  çabalar desteklenmeyerek, basılı  materyaller  olarak  kalmış,  uygulanması engellenmiştir.

         Bu  gerçeklik  sonucu,  1993  yılında  dönemin  Müsteşarları  bu  konuyu  gündeme getirmiş  ise  de , bu  konuyla  ilgili  bir  düzenlemeyi uygulamaya  koymuş ;  ancak  destekleyici  yaklaşımlarla  ortaya  çıkan  sorunlara  çözüm  üretilmesi  yerine  sorunları  çözmeye  kalkışılmadan  sorunun  birer  parçası  haline  gelen  yöneticiler. Kolaycı  yolu  seçerek  alt  yapı sorunlarını, ( Boş  zamanların  değerlendirileceği  mekanlar, öğrenci, derslik, öğretmen vb.  koşullar ) bahane  edilerek,  başlangıçta  kabul  edip, istedikleri  sisteme daha sonra karşı  çıkıp  sistemin  ortadan  kaldırılmasını gerçekleştirmişlerdir.

        Ülkemizde  kredili   Ders  Geçme  Sistemi   denilen, bireysel  ayrıcalıkları  tam  anlamı  ile  değilse de kısmen dikkate  alan, diğer  değişle  eğitimde,  bireysel    eğitimin ve  çağımızın   koşullarını  kısmen de olsa, ilk defa  ön  plana  alan ,  öğrenci  merkezli bir  sistemi  uygulamaya  konulmuştur. Bu eğitim  sisteminin  yapısı  ve  bazı  özellikleri  kendi  düşüncelerim ile   örtüşmektedir. Ayrıca  bir  eğitimci  olarak ve  her  zaman  düşüncelerini  rehber  edindiğim  bu insan,  sistemin  mimarı  Prof. Dr.  Nihat  Bilgen  beydi.(O yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı  yapan,  Avni  Akyol’ un  Müsteşarı. )  

        Nihat  Bilgen  Bey ‘i  Kredili  Ders  Geçme  Sisteminin hep  babası olarak kabul etmişimdir. Ülkemize bu katkısından dolayı hep minnetle ve şükranla anacağım ender şahsiyetlerden biridir. O Eski MEB’ dan Hasan Ali Yücel ve Yakın çağımızda Mustafa Üstün dağ, Avni  Akyol ‘dan  bugüne,  ülkemiz  gerçekleri  ve  dünya  gerçekleri  ile  örtüşen, eğitim  sistemimizdeki gelişmeler ve düzenlemeler  ile  çağdaş  bir  yapılanmaya  gitmişlerdir. Bu dönemlerde hem  kişilik  ve  karakter  sahibi , hem  de  topluma  yararlı  üretken  bireylerin  ve yetiştirilmesinin yolu açılmıştır.Hem de Kredili Ders Geçme Sistemi  bireysel ayrıcalıkları önemseyen yapısı ile çağdaş eğitimin ilkleri arasında yerini almıştır. Ama  unutulan bir şey  vardı.  Bu çağdaş eğitim sistemi, maddi  ve  siyasi  çıkar  hesabı  içinde olanların,oluşturmak istedikleri ve ideallerindeki Türkiye Düzeninin oluşturulmasındaki  planlarını  bozacaktı.  Yeni sistemde, çağdaş, demokrat ve kişilik sahibi olarak yetişecek gelecek kuşaklar;  çok yakın bir gelecekte kendi   sonlarını hazırlayacak ham maddeler olduğunu, çok  iyi  biliyorlardı.  Bu amaçla  milli  eğitimimizde, merkez  örgütlerinden, taşra  örgütlerine  kadar; bürokrasi bilinçli olarak, yıllarca kendilerinin çıkarlarını koruyacak, verilen emirleri ve istekleri  mevki,siyasi ve maddi çıkar hesapları ile  düşünmeye bile gereksinim duymadan; körü körüne uygulayacak yapıdaki  kişilerin idari ve yönetim görevlerine getirilmesi  sürekli hedeflenip, gerçekleştirilmiştir.  Bu hedefle, kendilerinin  siyasi ve maddi çıkar ilişkilerini her şeyin üzerinde gören;siyasi çıkar hesapları içinde olan ya da Mark, Dolar ile müdürlüklerin parsellendiği; taşra birimlerinden merkez teşkilatındaki birimlere kadar niteliksiz kişiler idari görevlere getirilip,demokrat ve  nitelikli, iş bilir kişiler tasfiye edilerek bozuk ve çarpık bir yapı oluşturulmaya başlandı.Artık yapılacak tek şey kalmıştı. Bu sistem uygulamadan kaldırılmalıydı. Bu dönem bir rekora daha imza atarak,Türk Eğitiminde en çok soruşturma yapılan bir dönem olarak yerini almıştır.

      Yakın geleceğimizin eğitimine ışık tutması bakımından, ülkemizde 1992-93 Eğitim-öğretim yılında uygulamaya geçilen “Kredili Ders Geçme Sisteminden”  söz etmek istiyorum. Bu sistemin uygulanması için TV programlarından veli görüşlerine, ildeki komisyonlarda aktif  görevler alıp, 15. Eğitim Şurası üyesi olarak,  ilimizdeki ve  Adana’daki

Bölge Toplantılarına katıldım. Bu sistemin bugüne kadar uygulanan eğitim sistemleri  içerikte en  çağdaş, en demokratik olması hatta öğrenci merkezli olması nedeni ile  savunuculuğunu  yapmakla kalmadım. Bulunduğum lise şartlarında yetki ve sorumluluklarım dahilinde, okul yöneticileri ve özellikle özverili öğretmen arkadaşlarımdan sürekli destek alarak:   ekip çalışması anlayışı ile bu sistemin en iyi şekilde uygulanması için çabalar gösterdik.Bu sistemin okulumuzda en iyi şekilde uygulamaya çalışılması sonucu, o yıllarda öğrencileri sağlıklı bir eğitim aldılar. “Bu satırları yazdığım sıralarda ülkemizde uygulanan eğitim sistemi”

    Kendi bireysel ayrıcalıklarına yani yeteneklerine uygun programları, dersleri ve öğretmenleri  seçerek, bu programlarla  ilişkili  almış oldukları  derslerde  başarılı  oldular. Elde ettikleri başarı ile orantılı üst  öğrenime  geçişler  yaptılar. Her  ne  kadar  zorunlu derslerde güçlükler yaşandı başarısızlıklar sorun yarattı ise de seçmeli  derslerde kendi  bireysel  ayrıcalıklarına  uygun  seçmeli dersleri seçtikleri için başarılı  oldular. ‘Çağdaş  Yönlendirici Eğitim   Sisteminde ‘  belirttiğim  gibi  ilgileri,  yetenekleri, değerleri   ve  başarı  durumları  vb.  bireysel  ayrıcalıklarının  tümünü   dikkate  alarak, belirlenen  bu  özelliklerine uygun alanları ve dersleri isteklerine  uygun  seçmelerine  olanak  tanınan  bir  yönlendirme yapılaması ve bazı liselerde az sayıda kredi verilerek bazı olumsuzluklar dışında; öğrencilerin  isteğine uygun   dersleri ve öğretmenleri  seçmelerine  olanak  tanındığı  için   ilk  yıllarda değilse de  bir sonraki  yıllarda  ‘Ders Geçme ve Kredi Sistemi ‘ mezunu öğrenciler üst öğrenime girişte ya da yaşamlarında   başarılı  ve sağlıklı bireyler olarak toplumda yer aldılar.

     Bu  kazanımlar  dışında  hiçbir  öğrencinin  kişiliği  her  hangi  bir  yara  almadı  ve eğitimin  temel  amaçlarından  birisi olan  sağlıklı  kişilik  sahibi  bireylerin  yetişmesine zemin  hazırladı. Başlangıçta bu sisteme, ağırlıklı yöneticiler, kısmen öğretmenler  karşı çıktılar. Fakat zamanla bu dirençleri  kırıldı. Okuduğunuz bu eserin içeriği ile ülkemizde yıllardan beri, sırası ile  ’ Klasik Sınıf Geçme Sistemi  ve  Kredili  Ders  Geçme Sistemi ‘  ve  en son uygulamaya konulan ’Sınıf  Geçme Sistemi’  bu üç sistemi kısaca özetleyerek;kendi görüşlerimle irdeleyerek: okuyucularımın eğitimi sistemlerimizle ilgili eski bilgilerini anımsatmaya çalışacağım. Eserin sonlarına doğru ise ülkemizin son otuz yılına   damgasını vuran; üç ayrı eğitim sisteminin yapısını  karşılaştıracağım. Sonuçta,  bu sistemlerden  hangisinin, diğerlerine göre daha çağdaş ve yararlı  bir eğitim sistemi olduğu konusundaki kıyaslamayı ve takdir hakkını siz değerli eğitimcilerimize ve okurlarıma   bırakacağım...                                       

             

        “Kredili Ders Geçme Dizgecinde ( Sisteminde) , öğrencilere  ortak kültür ve ilerde alanlara geçişte kaynaklık etmek amacı ile getirilen  ortak dersleri almaları zorunlu tutulu yordu. Ancak bu derslerde yeteneksizlikten dolayı başarısız olduğunda tekrar almaları. Tekrar sonucu başarısızlık durumunda kredilerini Seçmeli Derslerle tamamlamaları ve mezuniyet için gerekli krediyi tamamladığında yeteneklerine uygun dersleri başarıp, mezuniyet için gerekli krediyi tamamlayarak, Lise Diploması almaya hak kazanıyorlardı. Öğrencinin teki kaybı, bir dersin kredisini başarmadan alamamasıydı. Bu bile kayıp sayılmazdı çünkü temel bazı derslere yeteneği uygun olmasa bile zorlanmadan ikinci defa tekrarlıyor,başaramazsa bile muafiyet getiriliyordu. Öğrenciler belirli bir süre sonra, genelde  lise 2.sınıftan itibaren yeteneklerine uygun olan ağırlıklı seçmeli dersleri ve ders öğretmenlerini kendileri seçerek, hem yetenekli oldukları alanlarda bilgi ve birikimlerini arttırma olanağını hem de mezuniyet için gerekli krediyi tamamlıyorlardı. Ancak öğrencilerin sağlıklı eğitim-öğretim görmesini sağlayan alt yapı eksiklikleri ve boş zamanlarını değerlendirecekleri mekanların okul ortamında olmaması ya da yetersizliği, bir çok sorunları da beraberinde getiriyordu. Bu durumdan yukarda bahsedilen çevreler, kendi oluşturdukları idari kadrolarla bu olumsuzlukları arttırma çabalarına giriştiler.

MEB’ nın Kredili Ders Geçme Sisteminin sorunlarını  çözmek, uygulamada  ortaya  çıkan  aksaklıkları ortadan kaldırmak amacı  ile  ilk defa katılımcı bir anlayış içindeki girişimleri 15. Eğitim Şurası ile olmuştur. Bu amaçla,  illerdeki her kademedeki okullarda bizzat uygulamayı yapan öğretmen ve yöneticilerin “ Eğitimde yeniden yapılanma, sorunlar ve çözüm yolları konusunda” görüşlerini baş vurulmuş; ilçe ve illerde oluşturulan komisyonlarda alınan kararlar raporlaştırılarak, 15. Eğitim Şurasına katılacak il üyeleri belirlenmiştir.  15.  Eğitim  Şurası  Adana  Bölge  toplantısında  l2  ilden ve  değerli  eğitim  ve  yöneticilerin  katılımı  ile oluşan bu komisyonlarda günlerce süren çalışmalar, son gün görüşmeye açılmıştır. MEB. Müsteşar  yardımcısının  direnip, muhalif  olmasına  rağmen  ben, bazı eğitimci arkadaşlarım, Yerel Yönetim Temsilcileri, özellikle Çukurova  Üniversitesi ‘nin temsilcilerinin çabaları ile eğitimle ilgili ilimizin demokratik ve çağdaş  görüşleri  oylanarak, büyük  çoğunlukla  kabul  edilmiştir. Bakanlık  bürokratlarının  bile  şaşkınlık  için de kaldığı  bu  sonuç  hepimize gurur vermiş ve görüşlerimiz  Şura  kararlarında  yer  almıştır. Ancak illerdeki uygulamayı yapan kişilerin, ekip çalışmalarının ürünü olarak eğitimimize damgasını vuran, bu kararlar ile ilgili mutluluğumuz ve sevincimiz  bir kaç saat sürmüştü. Yemek sonrası son  toplantımız da  Milli  Eğitim  Bakanı  Müsteşar  Yardımcısının okuduğu yazı   bizde  hayal  kırıklığı  yaratmıştı. Ama yıllarca hep böyle olmuştu, yine şaşırmamak gerekirdi.  Çünkü  bu siyasi yapı ortadan kaldırılmadığı sürece hep aynı hayal kırıklığını yaşayacaktık. Yine devletteki süreklilik ve devamlılık ilkesi gereği sistemdeki  ( Hastanın hastalığına neden olan urun alınması, kanamanın durdurulması gerekirken, hastanın tüm vücudu ortadan kaldırılıyordu.) olumsuzlukların düzeltilmesi yerine sistemin kaldırılması tercih ediliyordu. Yani sistem yine siyasi çıkarlara kurban ediliyordu...

         “15. Eğitim  Şurasının değerli  üyeleri, MEB.’ dan  gelen  bir  faksı  okuyorum.   Önümüzdeki  eğitim-öğretim  yılında Sınıf  Geçme  Sistemi  denilen  yeni  bir  sistem  uygulamaya  konulacaktır.Bu  sistemin  örneği ekte  sunulmuştur. Şura  üyelerince  incelenip,  önerilerin  raporlaştırılıp, bakanlığımıza acilen gönderilmesi  gerekmektedir.”

 

        Yine olanlar olmuştu. 15. Eğitim Şurasının, aylardır “Kredili Ders Geçme Sistemi ve Eğitimde Yeniden Yapılanmalar “ taşra dahil tüm eğitim kademelerince ve illerde oluşturulan komisyonlarca görüşülüp, uygulamacılarca çözüm yolları önerilip, üretilen ve sistemdeki olumsuzluklar, Şura Bölge toplantısında görüşüldüğünün ve karar bağlandığı günün son saatlerinde; henüz çalışma sonuçları yetkililerce incelenme ve değerlendirilme gereksinimi duyulmadan, bir anda kendilerince planlanıp, gerçekleştirilin bütün bu çalışmalardan habersizmiş gibi davranılarak, getirdikleri gibi çok acele alınan bir kararla,  alt yapı sorunları çıkan ve çözümlenebilecek sorunları olan, çağdaş bir sistem bir kenara yine acelecilikle itilerek, bu sistemin daha gerisinde olan bir sisteme sanki alt yapısı hazırmış gibi acele ile geçiş kararı alınmıştır. Yine yapacaklarını yapmışlardı...

 

       Bu gerçeklik sonucu ülkemizde, öncelikli olarak eğitimde söz sahibi olması gereken kimselerin başında gelen öğretmen, öğrenciler ( Eğitim sistemlerinin olmazsa olmazı  üç  sac ayağı öğretmen,  öğrenci,veli.)  öncelikli olarak sürekli  büyük sıkıntılar çekmişlerdir.                                                    

 

       Bilineceği gibi, öğrenci  ”öğrenen kişidir” dolayısıyla  kendi  öğreniminden kendisinin  sorumlu olması gerekir. Bu sorumluluğu kazanması için neleri ne kadar, nasıl ne derecede öğreneceğini de bilmesi, kendisinin uygulamayı yaptığı eğitimde sorumluluk yüklenmesi ve kendisinin de görüşlerinin alınması; önemli bir koşul olmalıdır. Yani eğitimin bizzat içinde yer alması kendinin nasıl eğitilmesi gerektiğinden  belirli ölçüde katılımcılık ilkesine uygun bizzat  kendisinin eğitimde söz sahibi ve belirleyici unsurlardan biri olması;  önemli  bir  koşul olmalıdır.

 

       Öğrenciler dışında eğitimde söz sahibi olması gereken  kesimlerden, birinci  derecede eğitimciler (Sınıf öğretmeni, branş  öğretmeni, rehber öğretmen,her düzeyde eğitimci, ilköğretim müfettişleri ,idareciler, yöneticiler, öğretim üyeleri vb...) eğitim  sisteminden söz sahibi olması gerekirken; eğitim sistemleri sürekli olarak masa başında alınan kararlar, yapılan düzenlemeler doğrultusunda sistemlerin uygulanması kararlaştırılmış, bazı sistemlerin denenmesi sonucu ortaya çıkan sorunlar ilgililere bilindiği halde siyasi ve politik nedenlerden dolayı bu sorunlar düzeltilmeden eğitim sistemlerinin uygulanmasına geçilmiştir. Bu nedenle her eğitim sisteminin uygulanmasında sorunlar yaşanmış bazen  uygulama ile teori örtüşmemiş ve bu durum eğitimimizde  büyük sorunlara yol açmıştır. Bu sorunların çözümüne yönelik, uygulayıcıların,öğrencilerin görüşleri doğrultusunda  bazen  düzenlemeler yapılmıştır. (Genelgeler, yönetmelik ve tüzük değişiklikleri vb... Yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.) Ancak köklü bir düzenleme hiçbir zaman yapılmamıştır.                                             

 

     Yapılan düzenlemeler ise, çoğu  zaman göstermelik olarak yapılmış ve genelde yapılmış olmak için yapıldıklarından; yazılı metinler olarak kalmıştır. Sürekli uygulanmak istense bile, çıkan sorunlar ve engellemelerle uygulama olanağı bulunamamıştır. Bireysel  ve cesur çabalarla gerçekleşinceye kadar, eğitimimiz derin ve tamiri olanaksız yaralar almıştır.  Bu  yaralanmalardan en çok eğitimde söz sahibi olan ve bizzat eğitimin işlevini yürüten  eğitim uygulayıcıları,( Her kademedeki eğitimciler ve yöneticiler) en büyük payı almışlar, yıpranmışlar, sürülmüşler, kıyımlara uğramışlardır. Süreç içinde  prestijleri sarsılarak, tüm bu olumsuzlukların sorumlusu olarak lanse edilmişlerdir. Toplumun kendilerine bakış açısı dolaylı olarak değişmiştir. Konuyu öğrenci boyutu ile ele aldığımızda ortaya çıkan olumsuzluklar daha da üzücü boyutlardadır...                      

    Tüm  bu  olumlu  koşullara  rağmen  uygulamada  bazı  sorunlar  çıkması  doğaldır .  En  iyi   sistemlerde  bile  ülkenin, bölgenin, ilin ve yakın çevrenin koşullarına uygun, katılımcılık esası ile  bizzat  eğitim  sisteminin  uygulayıcısı  konumunda  bulunması , eşgüdüm  ve  ekip  çalışması  anlayışı ile eğitilen ve eğiten kesimin işbirliği ile çağdaş düzenlemeler yapılma gereksinimi her yerde , her zaman mutlaka gerekecektir. Sorun çıkma olasılığı başlangıçta çok düşük olsa bile ülkelerin,bölgelerin,illerin hatta semtlerin özelliklerine göre farklı ,farklı sorun çıkması olasıdır. Bu durum doğal karşılanmak  zorunluluğundadır. Bu kişiler kendilerini şöyle savunacaklardır.” Bunlar hep hayali ve uygulaması güç olan uygulansa bile sonuç alınamayacak, çok ideal görüşlerdir. Bunun  uygulanması  zordur  diye  karşı  çıkacaklardır.   Oysa, bu  karşı  çıkışlar  ya  çıkarlarının  elden  gitmesi  korkusundan  kaynaklanan  ya  da  yeniliklere  direnmenin  sonucu  olduğuna  inanmaktayım. Oysa  bu  onların  çırpınışları  olacaktır.

 

    Bir  sistem  tüm  koşulları  dikkate  aldığı  ve  bizzat  eğitimde  söz  sahibi  olanlarca, ilin, yörenin, ülkenin  ve  dünyanın koşulları  ve  ihtiyaçları  dikkate  alınarak  hazırlandığı, öğrencilerin  bireysel  ayrıcalıklarına  uygun  programlarda  yetenekleri  oranında, belirlenen  kontenjanlarda , çağdaş  yöntem  ve  araç  gereçler  hizmetlerine  sunularak   yetiştirilmeleri. Her zaman  her  yerde, her  koşulda,  her  mekanda kendilerini  istedikleri  kadar eğitim  olanaklarından  yararlanmaları.  Mezun  oldukları  program  doğrultusunda  istihdam  edilerek, sağlıklı,    üretken   ve  mutlu  bir  birey  olarak  topluma  kazandırılmasının; zorluğu  ve  güçlüğü  nedir. Doğrusu  bir  türlü  anlayamıyorum...

 

      Yazdığım bu  eğitim  sistemini ‘Ütopya’ olarak görenler. Çağdaş ülkelerin gelişmiş eğitim sistemlerinden yararlanma adına  uygulanan  ülkelerde  bile sorun çıkmış, uygulamadan  kaldırılmış,  bu ısmarlama sistemleri ülkemize yıllarca transfer ederek ülkemizin koşullarına uydurmaya çaba göstermişlerdir. Bunu da sözde bilim adına Avrupa ülkelerine uyum adına yapmışlardır. Sanki ülkemizde çok değerli eğitimciler ve akademisyenler yetişmiyormuş ya !.. Bu insanlar ülkemizi ileriye götürecek, kalkındırıp, geliştirecek, çağdaş bir sistem oluşturma uğruna bir şey yapmadıkları gibi , geliştirilen çağdaş sistemlere, bu konudaki önerilere,  düşüncelere ve projelere hiçbir zaman sıcak bakma gereği ve inceliğini bile gösterme cesaretine  bulunamamışlardır!..

Halil TÜRKMEN
Psikolog-Danışman
Rehber Öğretmen

DEVAMI iÇiN TIKLAYIN

 


YASAL UYARI : Tüm
Hakları Kitabın Yazarı Halil TÜRKMEN 'e aittir.
 

 

 

I.Bölüm

II.Bölüm

III.Bölüm

IV.Bölüm

V.Bölüm

VI.Bölüm

 


 

 

<